Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Sosyal Maskeler: Göründüğümüz Kişi ile Olduğumuz Kişi Arasındaki Mesafe

“Gerçekten nasılsın?”
Bu soruyu biri sorduğunda, çoğumuzun verdiği otomatik cevap bellidir: “İyiyim.” Ama bu cevap ne kadar gerçektir? Çoğu zaman değil.

Günlük hayatta, iş ortamlarında, aile yemeklerinde, sosyal medya paylaşımlarında hatta en yakın arkadaşlarımızla kurduğumuz diyaloglarda bile kendimizi tam anlamıyla olduğumuz gibi ortaya koymakta zorlanırız. Bunun yerine, başka bir versiyonumuzu ortaya sunarız. Daha kabul edilebilir, daha dayanıklı, daha sevilmeye layık olduğunu düşündüğümüz bir versiyonumuzu. İşte buna sosyal maske denilmektedir.

Sosyal maske, kişinin gerçek duygu ve düşüncelerini gizleyerek, toplumsal beklentilere uygun bir imaj sergilemesidir. Her birey, belli düzeyde sosyal maskeler geliştirir. Bu bir yönüyle adaptasyon sürecinin bir parçasıdır. Ancak bu maskeler kalıcı hale geldiğinde, kişi yavaş yavaş kendisinden uzaklaşmaya başlar.

Peki insanlar neden sosyal maske takar?

  1. Kabul Görme İhtiyacı:
    Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde yer alan aidiyet ve sevgi ihtiyacı, bireyleri sosyal çevrelerinde kabul görecek şekilde davranmaya itmektedir. “Eğer gerçek beni gösterirsem, sevilmem” inancı kişiyi maske takmaya zorlar.
  2. Kırılganlık ve Güvensizlik:
    Geçmişte duygularının reddedildiği, küçümsendiği ya da istismar edildiği bireyler için savunmasızlık tehdit gibi algılanabilmektedir. Bu da kişiyi duygularını gizlemeye, güçlü görünmeye, hatta “duygusuz” olmaya itmektedir.
  3. Toplumsal Roller ve Normlar:
    Toplumun yüklendiği roller, bireyin kendisini o role göre şekillendirmesine yol açabilir. “Başarılı kadın üzülmez”, “erkekler ağlamaz”, “anneler güçlü olmak zorunda” gibi kalıplar, maskeyi zorunlu kılmaktadır.
  4. Mükemmeliyetçilik ve Onay Arayışı:
    Sosyal medyada filtrelenen hayatlar, rekabetçi iş ortamları ve yüksek performans beklentileri; insanların zayıf yönlerini gizlemeye çalışmasına neden olmaktadır. Bu da bir tür ‘görsel maske’dir.

Tüm bu nedenler, sosyal maskelerin sadece toplumsal bir alışkanlık değil, çok katmanlı psikolojik yapıların bir parçası olduğunu göstermektedir. Bu durumu daha derinlemesine anlayabilmek için psikolojik kuramların bu olguyu nasıl ele aldığına bakmak faydalı olacaktır.

Sosyal maskelerin işlevi yalnızca dış çevreyi memnun etmekle sınırlı değildir; aynı zamanda kişinin kendi içsel çatışmalarından korunma biçimidir. Maskeler bazen kişiyi sadece toplumdan değil, kendi duygularından da izole eder. Gerçek duygularla temas etmek, geçmiş travmaları veya acı verici farkındalıkları da beraberinde getirebilir. Bu nedenle kişi, maske sayesinde yalnızca başkalarının değil, kendi iç sesinin de karşısına geçmekten kaçınır.

Psikodinamik kuramda bu durum, bastırılmış materyalin yeniden ortaya çıkmasını engelleyen bir savunma olarak değerlendirilir. Özellikle erken dönemde yaşanmış duygusal ihmal, reddedilme veya eleştirel ebeveyn figürleri; bireyin duygularını bastırmasına ve kabul görecek “uyumlu bir benlik” inşa etmesine neden olur. Bu benlik, zamanla “gerçek benlik”ten uzaklaşarak sahte benlik yapısına dönüşebilir. Donald Winnicott’un “false self” kavramı bu bağlamda oldukça açıklayıcıdır.

Ayrıca sosyal öğrenme kuramı, bireyin gözlem yoluyla öğrendiği davranış kalıplarının, toplum tarafından ödüllendirilip pekiştirildiğini vurgular. Yani kişi, duygularını bastırdığı, “iyi çocuk”, “güler yüzlü çalışan”, “kriz anında sakin kalan ebeveyn” gibi rollerle övgü aldığı sürece bu maskeyi kullanmayı öğrenir.

Bilişsel davranışçı yaklaşım ise bu maskelerin çoğunlukla temel inançlardan beslendiğini söyler. “Eğer gerçek duygularımı gösterirsem terk edilirim.”, “Zayıflık gösterirsem değerimi kaybederim.” gibi inançlar, maskeyi hayatta kalma stratejisine dönüştürür.

Sonuçta birey, başkalarının ihtiyaçlarına aşırı duyarlı ama kendi duygularıyla temassız, içsel olarak yalnız ve tükenmiş bir profile dönüşebilir. Bu maskeli yaşam tarzı sürdürülebilir görünse de psikolojik iyi oluş açısından risklidir. Kişi ne kadar çok maske takarsa, kendine yabancılaşma o kadar artar. Terapötik süreçte sıkça rastlanan “Ben kimim?” sorusu, aslında bu yabancılaşmanın içsel yansımasıdır.

Sonuç

Sosyal maskeler, bireyin hem toplumsal işlevselliğini korumak hem de içsel kırılganlıklarını görünmez kılmak amacıyla geliştirdiği savunma mekanizmalarıdır. Bu maskeler kısa vadede uyumu ve yüzeysel ilişkileri mümkün kılsa da, uzun vadede bireyin otantik benliğinden uzaklaşmasına ve psikolojik iyi oluşunun zedelenmesine yol açabilir. Dış dünyaya sunulan sahte benlik ile içsel öz arasında gelişen mesafe, zamanla içsel yabancılaşma, kimlik karmaşası ve yalnızlık hissiyle sonuçlanabilir.

Psikoterapötik süreçler, bu maskelerin fark edilmesini, işlevlerinin anlaşılmasını ve bireyin kendi benliğiyle yeniden bağlantı kurmasını hedefler. Özellikle güven temelli terapötik ilişkiler, bireyin maskesiz bir şekilde var olma cesaretini geliştirebilmesi için önemli bir zemin sunar. Bu bağlamda sosyal maskeler, sadece bireysel savunmalar değil; aynı zamanda klinik müdahalelerin önemli bir odak noktasıdır.

Merve Doğru Akıncı
Merve Doğru Akıncı
Merve Doğru Akıncı, psikolog ve yazar olarak psikoterapi, danışmanlık ve gönüllü çalışmalar alanında deneyim sahibidir. Psikoloji lisans eğitiminin ardından bilişsel davranışçı terapi, psikodinamik terapi, duygu odaklı terapi ve kısa süreli çözüm odaklı terapi üzerine uzmanlaşmıştır. Ergen ve yetişkinlerle bireysel terapi süreçleri yürütmekte, öğrenci koçu olarak akademik ve kişisel gelişim alanlarında rehberlik sağlamaktadır. Psikolojiyi herkes için anlaşılır ve erişilebilir kılmayı hedeflemekte, gönüllü projelerde yer almakta ve podcast aracılığıyla psikoloji temelli içerikler üretmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar