Çarşamba, Aralık 10, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Mükemmel mi İnsan, Mükemelliyetçi mi?

Günümüz dünyasında teknoloji ile var oluyordu insan ve yaşadığını paylaşımlarıyla kanıtlayarak dillendiriyordu adeta. Sosyal medyası olmayan insan nefessiz yaşıyordu sanki. Görünmediği için yok gibiydi gözlerde. Var olduğunu gösterme peşine düşmüş bu düzen yerleşmişti çoktan asırlardır var gibi. Bu düzene uymayanlar için ise ya “geri kalmış” ya da “dışlanmış” ibareleri yer alıyordu zihinlerde. Bu zihinlerde sıkışıp kalan ibareler kafes gibi var olmuştu herkeste ama kimse dıştan görmüyordu. Görünmese de o kafes içinde güzel ibarelerle yer almak isteyen insan çırpınıp düzene uymaya devam ediyordu. Çünkü insan düzene uyduğu sürece mutlu hissediyordu ya da öyle sanıyordu.

Sosyal medya aslında insanı mükemmellik olmanın zorunluluğu ile büyülüyordu. Her şey çok mükemmel olmalıydı, sanki başka türlü olmazdı. Çünkü öyle olursa onların mükemmel görünüşlerini zedelerdi. Bu kendine yüklenilen mükemmellik yüküyle, fotoğraflarının her detayını düşünen, daha kusursuz hale getirmeye çalışan insan ortaya çıkıyordu. Kahvesi köpüksüz olunca bozuluyordu; ışık güzel olmayınca güzel gelmediği emeklerini beğenmeyip arkasına savuruyordu. Kahve ancak köpüklü olunca ya da güzel manzara olunca paylaşmaya değer kılınıyordu.

Uzun uğraşlar sonrası atılan mükemmel (!) resim, arka planda ne yaşanıldığından bihaber insanların önüne beğeniye açılıyordu. Bu resimleri gören başka insanlar da bu mükemmel görünüşün altında eziliyordu. Çünkü sanki onların bu mükemmelleşme yolunda çok eksikleri vardı ve bunlar gerçekleşmediği takdirde asla mükemmel olamayacaklardı.

Fakat bir bilinmeyen vardı burada: Aslında mükemmel olduğu düşünülen insan da kendini mükemmel görmüyordu, çünkü o da ondan daha mükemmeller arasında eziliyordu. Bu bir hiyerarşiydi belki de. Black Mirror dizisindeki gibi takipçi üzerinden bir hiyerarşi… Onun paylaşımlarını takipte olan insanların sayısı arttıkça kapılar açılan, birbirlerine verilen puanlarla sevginin ve aitliğin arttığı gibi… Değerini ve gücünü buradan ölçen bir düzende herkes daha “nasıl mükemmel olabilirim?” derdine düşmüş gibiydi. Bu hiyerarşinin en altında olanlar da imrenmek yerine yorumlarıyla “uzanamadığı ete mundar” diyerek kıskanıp kendi eksikliklerini gizleme uğruna başkalarını linçliyordu.

Peki sosyal medya olmasa yapabilir miyiz? Şu gelişen ve küreselleşen dünyada sanmıyorum. O halde nasıl olmalıydı bu düzen? Her şey gizli mi olmalıydı ya da hayatlar yelpaze gibi mi açılmalıydı? Aslında mükemmel sanılan insan da mükemmel değildi ama insanlar onu mükemmel gördüğü için o da bununla avunuyordu. Kimsenin kendini yeterli hissetmediği ve değerinin bunlarla belirlenmeye çalışıldığı sanılan garip bir parodi…

Peki neden bu kadar başkalarının hayatlarını merak ediyoruz ya da hayatımızın mükemmel olduğunu başkalarına kanıtlamak istiyoruz? Neden mükemmel zannettiğimiz hayatları gördüğümüzde kendimizi daha da depresif durumlara getiriyoruz ve mutlu olmayı hep koşullara bağlayıp kendimize imkânsızlaştırıyoruz? İdeal benlik’imizden uzak olduğumuz için mi?

İdeal benlik ve gerçek benlikleri arasındaki fark arttıkça insan, kendinden de uzaklaşıp hayata küsüyordu belki de. Çünkü onun için hayat çok adaletsiz bir hal almaya başlamıştı. Başkalarının parlayan sıcacık fotoğrafları ona orada olma imkânsızlığını yüzüne vuruyordu sanki. “Neden başkaları güzel hayatlar yaşıyor, ben değil?” diye düşünüyordu. Aynı şeyleri yaşamamakla suçluyordu kendini ve ilerlemelerini görmeden çamura bulanmış görüyordu hâlâ adımlarını.

Hiçe saydığı bu adımlar, başkalarının yaşadığı hayat göz önüne gelince ona daha da mutsuz olduğunu hissettiriyordu ve diğerleri ona göre gününü gün ederken o mutlu bir dakika bile bulamıyordu. Oysa her gösterilen perde arkasında bir cam vardı. İnsan oradan göstermek istediğini gösteriyordu. Hüznün yakasını bırakmadığı bir günde bile gülümseyerek çıkıyordu camın önüne ya da görülmesini istemediği yaraların üstüne çiçekler koyarak saklıyordu sanki hiç yaralanmamışçasına. Onu olduğu haliyle gözler önüne sermek onun için korkutucuydu. Çünkü korkuyordu daha da yarası kanar ya da kanatılır diye…

Unuttuğumuz bir şey vardı:
Aslında insan grubun içindeki evrenselliği arıyordu. O yaranın kendinde de olduğunu, kimsenin kusursuz olmadığını, yaranın üstünün kapanmaya değil; onu görünce sarıp sarmalanarak iyileşeceğini…

Bu yüzden asıl yapılması gereken: İyi görünmeye çalışmak uğruna arka plana atılan gerçek duyguları görmek için o mükemmellik maskelerini kaldırıp kendimiz olmaya…

Bu yüzden şu zorla sürüdüğün ve sana ait olmayan “mükemmellik” adlı kocaman yığını bırak. Çünkü hiçbir şey göründüğü gibi değil. Ve asıl güzel görünen: Camın önünde olmaktan ziyade perdenin arkasındaki sensin. Çünkü herkesin hayatı biricik ve çok değerli.

Bu yüzden mükemmel olma… Kendin ol.

EZGİNUR KALAYCI
EZGİNUR KALAYCI
Ezginur Kalaycı, psikolojik danışman, çocuk gelişimci ve yazar olarak psikolojik danışmanlık ve akademik çalışmalar alanında geniş bir deneyime sahiptir. Çocuk gelişimi ön lisans ve psikolojik danışmanlık lisans eğitimini tamamlayan Kalaycı, şu anda psikolojik danışmanlık alanında yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Oyun terapisi, masal terapisi, aile danışmanlığı ve sanat terapisi alanlarında çeşitli eğitimler alan Kalaycı, birçok gönüllülük projesinde aktif olarak yer almaktadır. Psikolojiyi herkesin kendi ruh sağlığını keşfedip güçlendirebilmesi için daha ulaşılabilir kılmayı hedefleyen yazar, bu doğrultuda insanlara rehberlik edecek psikolojik farkındalık içerikleri üretmeye devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar