Son zamanlarda günlük hayatta sohbetlerimizde sıkça kullandığımız bir terim var: anksiyete. Modern yaşamın getirdiği stres ve belirsizlikler nedeniyle daha çok gündeme geliyor ve hayatımızda daha fazla yer kaplıyor. Peki nedir bu anksiyete ve neden daha sık duyuyoruz?
Hepimiz zaman zaman kaygı ve stres yaşıyoruz. Kaygı, tıpkı mutluluk gibi bir duygudur. Anksiyete genellikle olumsuz bir şeymiş gibi görülse de, aslında evrimsel olarak çok önemli ve işlevsel bir duygudur. Dozunda ve bağlama uygun kaygı, bizi daha dikkatli olmaya ve güvende kalmaya yönlendirir. Bu, bedensel bütünlüğü koruma işlevi görür. Örneğin, sınav kaygısını belirli bir düzeyde yaşamak ders çalışmak için bir motivasyon kaynağı olur.
Ancak bu kaygı ve stres baş edilemez bir noktaya geldiğinde, karşımıza sıradan bir kaygıdan daha fazlası olan “anksiyete” çıkar. Anksiyete; bireyin zihinsel, duygusal ve fiziksel sağlığını etkileyen karmaşık bir durumdur.
Neden Daha Yaygın?
Bu yazıda “Modern hayatta anksiyete ile neden daha fazla karşılaşıyoruz?” sorusuna cevap arayacak ve geçmişle kıyaslandığında günümüzde neden daha yaygın olduğunu inceleyeceğiz.
Çevremizle olan iletişimde “Biraz geç kalmış hissediyorum.” veya “İnsanlar ne güzel hayatlar yaşıyorlar, geziyorlar; bense sürekli monoton bir hayat yaşıyorum.” gibi cümleler duymuşsunuzdur. Hatta belki siz söylemiş veya düşünmüşsünüzdür.
Değişen yaşam tarzı ve özellikle sosyal medyada bize sadece hayatın belirli bir kısmını gösteren içeriklere maruz kalıyoruz. Oysa dönüp düşündüğünüzde fark edeceksiniz ki biz de sadece hayatımızın iyi anlarını paylaşıyoruz. Kimse sabah uyku sersemi kalkıp işe giderken paylaşım yapmıyor. Bu durum, anksiyeteye zemin hazırlıyor.
Maruz kaldığımız içerikler, sürekli bir şeyleri kaçırma korkusu (FOMO) oluşturuyor ve kusursuz hayatları izledikçe kendimizi yetersiz hissediyoruz. Psikolog ve araştırmacı Jean Twenge, sosyal medyanın gençler üzerindeki etkilerini incelediği iGen kitabında, sosyal medyanın gençlerin kaygı seviyelerini artırdığını belirtiyor. Ona göre:
“Sosyal medya, gençlerin kaygı seviyelerini artırıyor çünkü sürekli olarak başkalarının hayatlarını izleyerek kendi yaşamlarını kıyaslıyorlar ve bu kıyas çoğu zaman onların aleyhine işliyor.”
Her An Ulaşılabilir Olmak
Günümüzde her an ulaşılabilir olmak neredeyse bir zorunluluk haline geldi. Telefon bildirimlerimiz, anında cevap verme baskısı oluşturuyor. İş ve özel hayatın sınırlarının kaybolması, zihnin sürekli tetikte kalmasına neden oluyor. Sürekli bağlantıda olma fikri aslında hiç dinlenememek anlamına geliyor.
Hız Kültürü ve Belirsizlik
Hız kültürü ise bize durup düşünme fırsatı tanımıyor. Her şeyin acele olması gerektiği düşüncesi, bizi sürekli acele etmeye ve yetişememe hissiyle kaygılanmaya itiyor.
Bütün bunlara belirsizlikler de ekleniyor: ekonomik dalgalanmalar, gelecekle alakalı öngörümüzün azalması, iş güvencesinin yitirilmesi, ilişkilerdeki istikrarsızlık… Tüm bu etkenler, en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan kontrol duygusunu sarsıyor ve anksiyeteyi tetikliyor.
Geçmişle Kıyaslandığında Ne Değişti?
Peki neden modern dünyada anksiyete, geçmişle kıyasladığımızda çok daha yaygın hale geldi?
Bunun sebebi, eskiden tehlikelerin daha somut olması. Açlık, savaşlar, hastalıklar gibi tehditler doğrudan fiziksel hayatta kalmakla ilgiliyken, günümüz kaygıları daha soyut ama sürekli hale geldi.
Evrimsel olarak beyin hâlâ mağara dönemine göre çalışıyor. O zamanlar anlık fiziksel tehditler (aslan, açlık, soğuk) vardı. Bugün ise:
- “Sunum yapacağım.”
- “Mesajı geç gördüm.”
- “Patron trip attı.”
gibi sosyal stresörler var.
Ama beyin bu farkı ayırt edemiyor. Yani, “Mailime dönmediler = tehdit” gibi algılıyor ve aynı alarm sistemini anksiyeteyi devreye sokuyor.
Beyin Aynı, Tehditler Farklı
Beynimiz hâlâ hayatta kalma refleksiyle çalışıyor; fakat tehditler artık “kaç ya da savaş” refleksi ile çözülemeyecek kadar karmaşık. Bu sebeple sürekli tetikte olmak, huzursuz hissetmek ve sanki her an kötü bir şey olacakmış gibi düşünmek, modern çağın bir parçası haline geliyor.
Sonuç
Modern hayatın çoğu zaman görünmez olan baskıları, anksiyeteyi besliyor ve biz çoğunlukla bunu farkına bile varmıyoruz. Sosyal medya, sürekli değişen gündem, bitmeyen işler, yüksek beklentiler ve iş stresi derken zihnimiz hep tetikte, bedenimiz hep alarm halinde kalıyor.
Bu durum zamanla kaygının kronikleşmesine neden olabiliyor.
Ancak farkındalık, bu döngüyü kırmanın ilk ve en önemli adımıdır. Kaygının kaynağını görebilmek, ona teslim olmadan yaşayabilmenin kapısını aralar.
Ve unutma: Kaygı her zaman düşman değildir.
Bazen hayatın, durup bakmamızı isteyen bir sinyalidir. Onu bastırmak yerine dinlemek, kendinle daha sağlıklı bir ilişki kurmak için en güçlü adımdır.
Kaynakça
- Anksiyete Nedir? (2024). Türk Psikologları
- Twenge, Jean M. (2017). iGen: Why Today’s Super-Connected Kids Are Growing Up Less Rebellious, More Tolerant, Less Happy—and Completely Unprepared for Adulthood. Atria Books.