Yapay zekâ (YZ) teknolojileri, insan hayatına her geçen gün daha fazla nüfuz ediyor. Ancak bu teknolojik ilerleme, işlevsellik boyutunda bizi alıştırdığı konforun yanı sıra psikolojik sınırlarımız üzerinde de önemli ölçüde etki sahibi. İnsan ve makine arasındaki yeni dengeler; bireysel kimlik, özgür irade, duygusal dayanıklılık gibi temel psikolojik kavramları yeniden sorgulatıyor. Üç başlık (Psikolojik Sınırlar ve Dijital Aşınma, Yapay Onaylama ile Gerçeklikten Uzak Benlik Algısı, Özgür İradeye Karşı Yönlendirilmiş İrade) etrafında şekillenen bu yazımın amacı, yapay zekâ psikolojisi çerçevesinde, yapay zekânın psikolojik sınırlarımız üzerindeki etkilerini hem modern psikoloji hem de klasik düşünce perspektifinden incelemektir.
Psikolojik Sınırlar ve Dijital Aşınma
İnsanlar kimliklerini sosyal geri bildirimler yoluyla şekillendirir. Ancak yapay zekâyla kurulan ilişkide bu geri bildirimler çoğunlukla kişiselleştirilmiş bir “sürekli onay” döngüsüne dönüşür. Çünkü yapay zekâ sistemleri, kullanıcı memnuniyetini artırmak amacıyla yargılayıcı olmayan, onaylayıcı ve sempatik yanıtlar üretir. Bu, bireyin kısa vadede kendini değerli ve anlaşılmış hissetmesine yol açsa da uzun vadede gerçeklikten kopuk bir benlik algısı oluşturmasına neden olur.
Sherry Turkle (2011), bireylerin teknolojik etkileşimlerle kendilerine ait olmayan benlik tasarımlarına yönelme riskine dikkat çeker. Gerçeklikten uzak bu benlik yansıması, eleştiriye karşı düşük tolerans, aşırı hassasiyet ve kırılganlık gibi psikolojik sorunlara zemin hazırlayabilir.
Teknolojik etkileşimlerle kendimize ait olmayan benlik tasarımlarına yönelmemizin en güncel ve somut örneği, dijitalleşme ile yayılım hızını artıran popüler kültür ögeleridir diyebiliriz. Birey, kendi özgün değer yargılarından uzaklaşarak dijital kültürün ve algoritmik yönlendirmelerin taklitçisine dönüşür. İbn Haldun’un ifadesiyle, kişi güçlü ve hâkim olanı taklit ederken zamanla kendisinden utanır ve ona benzemeye çalışır.
“Zayıf olan, güçlü olanı taklit eder; sonunda kendinden utanır, ona benzemeye çalışır.”
(Mukaddime, III. bölüm)
Nitekim sosyal medyada sıklıkla rastlanan popüler bir durum/ürün fotoğrafının üzerine “Seni seviyor muyum, yoksa popüler kültürün kölesi miyim?” yazılı paylaşımlar, bireylerin özgünlük ile yönlendirilmiş davranış arasındaki sınırı sorguladığını göstermektedir. Bu, yalnızca kişisel bir karmaşa değil, dijital benlik algısının üzerimizde kurduğu psikolojik otoritenin göstergesidir.
Yapay Onaylama ile Gerçeklikten Uzak Benlik Algısı
İbn Haldun, Mukaddime’de insanın “tabiatı gereği çevresinden etkilenerek yaşayan bir varlık” (medenî’ bi’t-tab’) olduğunu ifade eder. Bugün sosyoloji ve psikoloji kitaplarında sıkça kullanılan hali; insan sosyal bir varlıktır. Günümüzde eş dost ile sohbetin yerini sanal botlar aldığına göre bu, bireyin teknolojiyle kurduğu ilişkinin yalnızca teknik değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik bir boyutu olduğunu gösterir.
Yapay zekâ, bireyin yazışma, paylaşım ve tercih verilerini toplayarak ona sürekli “kişiselleştirilmiş” geri bildirimler sunar. Bu geri bildirimler, bireyin kendini dışarıdan nasıl algıladığını şekillendirir. Birey kendi kimliğini içsel referanslarla değil, algoritmik yankı odaları ile tanımlar hâle gelir. Yapay zekânın olumlayan, çatışmadan uzak tepkileri ile birey, kendi duygularını ve kimliğini sorgulamadan içselleştirebilir.
Carl Rogers’ın “ideal benlik” – “gerçek benlik” ayrımı burada güçlü bir şekilde bozulur. Algoritmalar, bireye “ideal benlik” yansıması vererek gerçek benlikten koparır. Beraberinde getirdiği yersiz özgüven patlamaları ise bireyin gerçek hayattaki sosyal ilişkilerine ket vurur.
Özgür İradeye Karşı Yönlendirilmiş İrade
Yapay zekâ tarafından yönlendirilen öneri sistemleri bireylerin karar alma süreçlerini etkileyerek özgür irade algısını zedeler. Kullanıcı, sorgulamadan algoritmanın sunduğu seçenekler arasında seçim yapmaya başlar. Bir diğer şekliyle yapay zekâ; işimize yarayacağını düşündüğümüz uygulamaları telefon ya da bilgisayara yüklerken karşımıza izinler sekmesi açar ve o uygulamayı kullanmayı kabul ettiğimiz takdirde rehberimize, galerimize ya da mevcut konumumuza erişme izni alır. İzinlerin gerçekten uygulama işleyişi için elzem olup olmadığı ise meçhul. Uygulama yüklerken “kabul et” sekmesine basmak artık alışkanlık haline dönüştüğünden, çoğunlukla burayı sorgulamadan onaylıyoruz. Böylelikle sınır ihlallerimizi kendi elimizle meşrulaştırıyoruz.
İbn Haldun’un “İnsanlar alışkanlıklarına göre düşünürler, hakikati değil; zihinler alışılagelmiş olanla tatmin bulur” sözü, bireyin alışkanlık haline getirdiği konfor alanına sıkışarak sorgulamaktan kaçınabileceğine dair bir uyarı gibidir.
Bu durum düşünen bireyleri zamanla, özgür irade tartışması kapsamında seçimlerinin özgürlükle mi yoksa yönlendirilmiş tercihlerle mi ilgili olduğu sorgulamasına götürür. Özgür irade yerini “önerilen irade”ye bırakırken birey, içsel olarak bir kontrol kaybı yaşamaya başlar. Sadece bu sorgulamayı yapan farkındalık sahibi bireyler kontrol kayıplarının farkına varıp bundan endişe duyarlar.
Farkındalık düzeyi görece daha düşük olan teknoloji kullanıcıları yönlendirilen zihinleri üzerine düşünmezler. Bu durum ise tam olarak Machiavelli’nin sıkça bahsettiği “fark ettirmeden yönetme” kavramı ile örtüşür. Modern psikolojide ise psikolojik sağlamlık kavramından hareketle biliriz ki; gerçek güç çoğu zaman fiziksel varlıktan ziyade zihinsel etkide saklıdır.
Machiavelli, Prens kitabında görünenin yargı oluşturma üzerindeki gücünü ifade ederken:
“İnsanlar gözle gördüklerine göre yargılarlar; oysa herkes seni gördüğü gibi, çok azı gerçekten ne olduğunu anlar.”
ifadesini kullanmıştır. Görünüş, gerçekliğin önüne geçebilir. Bu da demektir ki; algı yönetimi, gerçekleri yönetmekten daha etkilidir. Güç sahibi olan kişi (bir lider, sistem ya da teknoloji), insanlara ne olduğunu değil, ne gibi göründüğünü göstererek hâkimiyet kurabilir.
Yapay zekâ sistemleri, şeffaf, dostça, empatik ve “senin için çalışan” bir profil sunar. Ama bu sadece dış görünüşüdür. Bu dış görünüş ile insanların kendisi hakkında olumlu yargılar oluşturmasını ve itimat etmesini sağlar.
Freud’un yeğeni Edward Bernays’ın (1928) fikirlerinden yorum ve derleme olarak karşımıza çıkan ve durumla ilişkilendirilebilecek bir diğer ifade ise:
“Toplumun görünmez hükümeti, fikirlerimizi şekillendiren, zevklerimizi belirleyen, davranışlarımızı yöneten görünmeyen bir otoritedir.”
cümlesidir. 1920’lerde uzmanca tasarlanan propagandalar için kullanılan bu ifade çerçevesinde bugün çoğumuzu yönlendiren algoritmaların bu rolü üstlenerek psikolojik ve kültürel iktidar biçimi olarak işlev gördüğünü söyleyebiliriz.
Yapay zekâ, hayatımıza yalnızca kodlarla değil, tercihlerle ve görünmez dokunuşlarla sızıyor. Her şeyi daha erişilebilir kılarken benliğimizin sınırlarını da fark ettirmeden esnetiyor. Bu çağrışım kalabalığında bireyin iç sesini kısıp onu dış referanslara muhtaç hissettiriyor. Sorgulamak yerini alışkanlığa, irade ise algoritmaya bırakıyor. Ne var ki insan olmak, sınırlarımızı koruyabilmek adına zaman zaman konfor alanımızı terk edebilmekte saklıdır.
KAYNAKÇA
Bernays, E. L. (2020). Propaganda: Halkla İlişkilerin Ustasından Modern Propagandanın İncelikleri (S. E. Bilir, Çev.). Kapital Kitaplığı. (Orijinal eser 1928)
İbn Haldun. (2016). Mukaddime (Dr. Arslan Tekin, Yay. haz.). İlgi Kültür Sanat Yayıncılık. (Orijinal eser 1377)
Machiavelli, N. (2006). Prens (N. Berkes, Çev.). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. (Orijinal eser 1513)
Turkle, S. (2011). Alone together: Why We Expect More From Technology and Less From Each Other. Basic Books.