Pazartesi, Mayıs 12, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Evlilik: Birlikte Olmak Değil, Kendinle Yeniden Karşılaşmak

Kendi hayat amacımızı bulmakta zorlandığımız, benliğimizi tam olarak tanımayı başaramadığımız bu dünyada birisini bulmak; onunla ortak zevkleri, benzer düşünceleri paylaşmak kadar, farklı duygularla yüzleşmek ve olaylara bambaşka pencerelerden bakmak ve buna rağmen bir arada kalmayı başarabilme hali olarak tanımlanabilir evlilik. Evlilik denildiğinde çoğu kişinin zihninde sıcak bir yuva, dünyadaki ruh eşini bulmak canlanır ancak toplumsal roller, kültürel aktarım ve aile içi örüntüler evliliği yıllardır farklı şekillerde kodlamıştır: Kadın için bir liman, sırtını yaslayabileceği bir güç ve yalnızlığa son verme hayali… Erkek içinse “artık oldum” diyebileceği, hayatında tamamlaması gereken büyük bir görev gibi. Oysa evlilik, sadece iki insanın aynı evde yaşaması değildir. Aynı zamanda bireyin kendi iç dünyasına daha yakından bakmaya başladığı bir eşiktir. Yeni bir kimliğin, yeni bir sosyal rolün ve çoğu zaman yeni bir aynanın başlangıcıdır. Bu yazıda, evliliğin psikolojik katmanlarını, kadın ve erkek kimliği üzerindeki etkilerini ve ilişkisel süreçleri klinik gözlemler ışığında ele alacağım.

Evlilik: Bir Geçiş Ritüeli

Evliliğe dair ilk fark edilmesi gereken şey, onun sadece bir ilişki biçimi değil; aynı zamanda bir geçiş ritüeli olduğudur. Kadın; kız çocuğu, genç kadın, partner, eş ve ileride anne gibi birçok kimliği iç içe yaşar. Erkek de benzer şekilde, erkek çocuğu, delikanlı, eş ve belki de baba rollerini zamanla üstlenir. Evlilikle birlikte bu kimlikler arasındaki geçiş daha görünür hâle gelir; roller netleşir, bazen çatışır, bazen de birbirine karışır.

Kendilik Algısının Yeniden Şekillenmesi

Bu geçiş süreci, bireyin kendilik algısını yeniden şekillendirir. Kadın için evlilik, kimi zaman duygusal olarak kök salabileceği bir yerken; kimi zaman da kendi kimliğinin arka plana atıldığı bir sahneye dönüşebilir. Erkekte ise çoğu zaman sorumlulukla harmanlanmış bir “artık tamamım” hissi belirir; hayatın görev listesinde büyük bir madde daha işaretlenmiştir. Ancak bu noktada hem kadın hem de erkek için evlilik, yalnızca dışsal rollerin değil, içsel sorgulamaların da başladığı bir eşiktir. Ve tam da bu yüzden evlilik, bu varsayımların çok ötesinde, bireyin kendini yeniden tanıdığı bir aynadır.

Geçmişle Yüzleşme

Çünkü evlilik, dışarıdan göründüğü kadar “biz” odaklı bir kurum değildir. Hatta çoğu zaman, bireylerin kendi geçmişleriyle yüzleştiği, bağlanma stillerinin en çıplak haliyle kendini gösterdiği bir alandır. Klinik gözlemlerimde, evliliğin ilk yıllarında çiftlerin sıkça çocukluklarına, kendi anne-babalarıyla olan ilişkilerine döndüklerini görüyorum. Güvenli bağlanan biriyle kaygılı bağlanan biri evlendiğinde, birinin talepleri diğerini boğarken, diğerinin geri çekilişi ilkini daha çok yaklaştırır. Bu dans, çoğu evliliğin altında yatan görünmez koreografidir.

Kadınlar ve Toplumsal Roller

Kadınlar özelinde bu süreç daha da yoğun yaşanır. Çünkü toplumsal roller hâlâ büyük oranda kadını “ilişkisini sürdüren, duygusal emeği veren, evi çeviren” kişi olarak tanımlar. Bu yüklemeler, kadının bireysel ihtiyaçlarını geri plana iter. Evlilikte “eş” olmak çoğu zaman “kendi sesini kısmak” anlamına gelir. Birçok kadın, evlilikten önce daha bağımsız, üretken ve ne istediğini bilen bir profil çizerken; evlilikle birlikte bu sesin giderek azaldığını ifade eder. Kendi tercihlerinden, arkadaşlarından, işinden ya da sadece sessiz kalma hakkından vazgeçerek ilişkide kalmaya çalışan kadınlar, zamanla hem bedensel hem ruhsal tükenme yaşayabilir.

Erkekler ve Duygusal Dünyaları

Erkekler özelinde ise süreç çoğu zaman farklı bir görünümde ilerler. Toplumsal roller, erkeği “ailesini geçindiren, güçlü duran, duygularını kontrol eden” figür olarak konumlandırır. Bu beklenti, birçok erkeğin evlilikte duygusal dünyasını geri plana atmasına, “içeride olanı” bastırmasına neden olur. Evlilikle birlikte “eş” olmak, bazı erkekler için sorumluluklarını yerine getiren bir “rol”e dönüşürken, duygusal bağ kurmak ya da içsel dünyasını açmak ikincil plana atılabilir. Duygularını dillendirmeyen, ihtiyaçlarını görmezden gelen erkek, zamanla ilişkiden uzaklaşabilir; anlaşılmadığını, yük altında ezildiğini ya da duygusal yalnızlık yaşadığını hissedebilir. Sessizliğin ardında biriken bu duygular, ilişkinin görünmeyen çatlaklarını derinleştirebilir.

Beklentiler ve Gerçeklik

Bir başka önemli boyut ise evliliğin beklentilerle gerçeklik arasındaki boşlukta şekillenmesidir. “Aşk her şeyi çözer” ya da “iyi bir eş her zaman anlar” gibi romantize edilmiş düşünceler, evliliği idealize eder. Oysa gerçeklik çoğu zaman karmaşıktır. Partnerimizin bizi anlaması için önce bizim kendimizi anlamamız gerekir. Ve evlilik, kendini tanımaya niyeti olmayan kişiler için huzurdan çok tekrar eden döngüler üretebilir. Bu noktada evlilik, terapi odasında da sıkça karşılaştığımız gibi, bir “ayna” işlevi görür. Kişi karşısındakiyle değil, çoğu zaman kendi yaralarıyla savaşır.

Sağlıklı Evlilik İçin İpuçları

Evlilikin sağlıklı ilerleyebilmesi için ilişkisel zekânın yanı sıra duygusal emek, açık iletişim ve psikolojik sınırlar büyük önem taşır. Kadınların evlilik içinde varlık gösterebilmesi için “ben” demekten korkmaması gerekir. Bu bir bencillik değil; sınırlarını koruyabilme, kendini kaybetmeme çabasıdır. Eş olmak, “diğerine ait olmak” değil; birlikte büyüyebilecek bir alan yaratmaktır. Evlilik; iki kişinin aynı fikirde olması değil, iki farklı fikrin yan yana var olabilmesidir. Aynı şekilde erkeklerin de, sadece “veren” ya da “katlanan” rolünde kalmadan kendi iç dünyalarını duyabilmesi, duygusal ihtiyaçlarını fark edebilmesi gerekir. Güçlü görünme zorunluluğunun ötesine geçip duygusal açıklığa izin verebilen erkek, evliliği gerçek bir bağ kurma alanına dönüştürebilir. Çünkü sağlıklı bir evlilik, taraflardan sadece birinin değil, her iki bireyin de kendine ait alanıyla var olabildiği bir zeminde mümkün olur.

Evlilik: Bir Dönüşüm Alanı

Evlilik, yaşam döngüsünde sadece bir ilişki biçimi değil; aynı zamanda bir dönüşüm alanıdır. Bu süreçte kadın, kendi iç dünyasıyla daha derin bağlar kurar; çocukluğundan getirdiği ihtiyaçları, toplumsal rollerle olan mücadelesini ve bireysel sınırlarını yeniden tanımlar. Erkek ise duygusal ifadeye dair çoğu zaman ihmal edilmiş yönleriyle karşılaşır; güçlü olma beklentisinin ötesine geçmeyi, duygularına alan açmayı ve bağ kurmanın yeni bir dilini öğrenmeyi deneyimler. Birlikte olmayı seçmek, yalnız kalmayı göze alabilmekle; anlaşılmayı beklemek, önce kendini anlamakla mümkündür. Bu yazı dizisinin ilk adımı olarak, evliliği bir son değil; içsel bir yolculuğun başlangıcı olarak görmek, bize daha derinlikli bir bakış sunacaktır. Çünkü ne kadın ne de erkek sadece evlenmez; bu süreçte her ikisi de farklı biçimlerde yeniden doğar.

Hatice Ada
Hatice Ada
Üsküdar Üniversitesi’nde psikoloji lisansını ve klinik psikoloji yüksek lisansını tamamlayan Hatice Ada, dinamik psikoterapi, bilişsel davranışçı terapi, çocuk merkezli oyun terapisi ve kişilerarası psikoterapi eğitimlerini tamamlamıştır. Psikolojik testler üzerine yetkinliği bulunmaktadır. Lacancı okuma gruplarında düzenli çalışmalar yaparak psikanalitik alandaki bilgisini derinleştirmektedir. Üsküdar Üniversitesi Kurumsal İletişim biriminde çalışarak endüstri psikolojisi alanında da deneyim kazanmaktadır. Çocuk ve yetişkin danışanlarıyla online ve yüz yüze psikoterapi seansları yürütmekte, Psychology Times’ta psikoloji ve ruh sağlığı üzerine yazılar kaleme almaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar