Hayat biriktirdiklerimizden ibaret olsa da; güzel anılarımızın yanında yapılmamış konuşmalarımız, kırgınlıklarımız, ertelenen hayallerimiz ve “önemli değil” deyerek geçtiklerimizle bir bütün içerisindedir. İçerisindeki birikimi anlamak, biyolojik ve psikolojik sistemlerin dinamiklerini ve bu sistemlerin içindeki etkileşimleri anlamak açısından önemlidir (Ideker et al., 2001). Yaşadığımız, düşündüğümüz şeylerin bir süre sonra bizdeki etkisini kaybettiğini düşünürüz; “E ilk hâli kadar acıtmıyor canımızı değil mi?” Dışarıdan bakıldığında çok sakin ve rahatlamış gibi görünsek de içimizde bir yerde sessizliğimizin gerçek nedeni, saklanan fırtınanın yavaşça gün yüzüne çıkmayı beklemesidir.
Nerden Nereye?
Biriken duygular, kişilerin yaşamı boyunca deneyimledikleri olayların ve stres faktörlerinin birikimi sonucu oluşan karmaşık duygusal durumları tanımlar (Pereira & Jager, 2025; Knox, 2012). Kimi çocukken söylenmeyen bir “aferin”in ağırlığını taşırken kimi de hiç “sarılınmamış bir veda”nın izini. Bu birikmiş duyguların yönetilememesi yaşanılan travmanın etkilerini daha da derinleştirebilir (Bywaters, 2024; Walha et al., 2024).
Bazılarımız için birikim çocukluğundan başlar; anne-baba olmadan büyüyen biri erken olgunlaşmak zorunda kalır. Erken olgunlaşma da kişinin duygusal, sosyal ve bilişsel olarak yaşından önce daha olgun davranışlar sergilemesidir (Buldukoğlu et al., 2011). Bazılarında ise ergenlikten yetişkinliğe geçerken… İş hayatı, sorumluluklar, eğitimler ve bitmek bilmeyen kendini kanıtlama çabası… Yaşanacak gün fazlayken, erkenden ruhumuz yorulmaya başlar.
Genelde biz yaş alırken kimse bunlardan bahsetmez; hayal kuran kişi rolümüzden çıkmak zorunda kalıp üretmek zorunda olan birine dönüşüyoruz. Durmadan devam ediyoruz çünkü toplumumuz bir kaldırım taşına oturup nefes alan birini gördüğünde bunu zayıf düşmüş olarak adlandırıyor; oysa hepimizin biraz dinlenmeye, nefes aldığını hissetmeye hakkı var. Yorgunluğumuzu “yoğunluk” ile, kırgınlığımızı “meşguliyetle” kapatmaya başladığımız an birikmelerimiz başlar; söylenmeyen yeter artarlar, gülümsemenin altına gizlenen tükenmişlikler, içimizde yankılanan sessiz çığlıklar… Hiçbir duygu ifade edilmeden yok olmaz; maalesef bazen öfkeye, bazen sessizliğe, bazen de hastalığa dönüşür.
Biriktirmemek Değil, Fark Etmek
Biriktirmemek mümkün değildir; insan yaşadıklarını ve hissettiklerini ister istemez içinde taşır. Önemli olan bu birikimlerin ne zaman neye dönüştüğünü anlamak ve tam olarak nereye dokunduğunu fark edebilmemizdir çünkü biriktirdiklerimiz sadece zihnimizde kalmaz, bedenimize de iner.
Bedenimiz bir süre sonra savaşmaktan yorulur ve kendi diliyle bize durumu fark ettirmeye çalışır: migren, mide ağrısı, nefes darlığı, uykusuzluk… Psikolojide bu duruma somatizasyon deniliyor (Topalović et al., 2021).
İçinizde Biriken Sessizliği Gerçekten Duymak İçin En Son Ne Zaman Bir Kaldırıma Çöktünüz?
Fark edilmeyen her duygu kendisine görünmez bir yer bulur ve daha da büyür. Birikenleri fark etmek ise hisleri hafifletmeye başlar.
“Ben şu an ne hissediyorum?”,
“Bu ağırlık hissi nereden geliyor?”,
“Neyi görmezden geliyorum?”
diye sorabilme cesareti… Bu soruları sormaya başlamak çözümün başlangıcıdır çünkü insan tanımadığı duyguyu iyileştiremez.
Derine indiğimizde çoğu zaman ilk kez karşılaştığımız kendi gerçekliğimizle yüzleşiriz. Bazen yıllardır susturduğumuz bir kırgınlığın aslında ne kadar canlı olduğunu, bazen de önemsemediğimizi sandığımız bir anının kalbimizde nasıl bir iz bıraktığını fark ederiz. Bu fark ediş acıtan bir keşif gibi görünse de aslında özgürleştirici bir adımdır; çünkü duygu görünür olduğunda artık yönetilebilir hâle gelir.
Sonuç Olarak Kendine Kulak Veren Hafifler
Hayat, yaşadıklarımız kadar sakladıklarımızdan da şekillenir. Güzel anılar nasıl bizi besliyorsa, ertelenen duygular da bir o kadar içimizde yer edinir. Birikenler, zamanla sessizleşmiş görünse de hiçbir duygu gerçekten kaybolmaz; yalnızca kendini gösterecek doğru anı bekler.
Bu yüzden mesele, hiçbir şey biriktirmeden yaşamak değildir. Asıl mesele, birikenleri görmezden gelmeden, onları duymaya cesaret ederek yol alabilmektir.
İçimizde büyüyen her duygu bize bir şey anlatmaya çalışır: yorulduğumuzu, kırıldığımızı, özlediğimizi, artık değişmeye ihtiyaç duyduğumuzu… Bunları fark etmek hem duygusal hem biyolojik yükümüzü hafifletir çünkü insan tanıdığı duyguyu taşımakta zorlanmaz; ona alan açtıkça o duygu da yavaşça şekil değiştirir. Bu durum, duygusal yükün hafiflemesiyle birlikte iyileşme alanı açar.
Toplum bizi güçlü görünmeye, hep devam edip üretmeye iterken kendi iç gerçeğimizi susturmak kolaydır. Oysa bir kaldırım taşına oturup nefeslenmek zayıflık değildir; aksine içimizde biriken fırtınayı fark edebilecek cesareti göstermek demektir. Dinlenmek, durmak, iç sesimizi duymak… Bunlar kaçış değil, iyileşmenin kapısıdır.
Sonuçta birikenleri fark etmek; hayatın yükünü hafifletmek, kendimize yaklaşmak ve insanlığımızı unutmadan yaşamaya devam etmek için attığımız en kıymetli adımdır. Çünkü kendini duyan, kendini anlayan ve kendine izin veren kişi hem ruhunu hem yolunu aydınlatır.
Unutmayın; siz ve size iyi gelenler…


