Bir ailede doğarız, ancak aslında o aileyle birlikte yalnızca fiziksel olarak büyümeyiz. Aynı zamanda onların duygusal mirasları, iç dünyaları ve bilinçdışı inanç kalıplarıyla da büyürüz. Anne ya da babamızın bize söylediği sözlerden çok, bazen hiç dile getirmedikleri duygular hayatımızı şekillendirir.
Çocukluk döneminde, görünmeyen ama derinden hissedilen bu duygusal atmosfer, ilerleyen yaşantımızda iç sesimize dönüşür. Klinik psikolojide bu fenomen; kuşaklar arası aktarım, içselleştirme ve kimlik gelişimi çerçevesinde incelenir.
Peki ya büyürken bize ait sandığımız düşünceler aslında kimindi?
Bir çocuk, ebeveyninin yalnızca davranışlarından değil, iç dünyasındaki duygusal aktarım yoluyla da etkilenir. John Bowlby’nin bağlanma kuramına göre bir çocuğun sağlıklı bağlanma geliştirebilmesi için fiziksel yakınlık kadar duygusal erişilebilirlik de gerekir (Bowlby, 1988).
Ancak anne ya da baba, kendi kaygılarına, travmalarına veya bastırılmış duygularına gömülüyse; çocuk bu görünmez mesafeyi sezer ve bunu kendi üzerine alır. Bu algı, çoğu zaman “Ben yetersizim”, “Ben sevilmiyorum” gibi düşüncelerle iç ses olarak içselleşir.
Ebeveynlerin iç sesleri, çocuklar üzerinde fark edilmeden büyük bir etki yaratır. Örneğin, annesi sürekli kontrolcü olan bir çocuk, dünyanın tehlikeli bir yer olduğunu hisseder. Bu mesaj sözle verilmemiştir; annenin bakışları, davranışları ve gerilimiyle geçmiştir.
Ya da sürekli eleştirilen bir baba figürü, çocuğun iç sesine “Asla yeterli değilsin” mesajını gömer. Bu düşünceler zamanla benliğin bir parçası hâline gelir. Kişi artık bu düşüncelerin kökenini sorgulamaz; çünkü o ses, iç ses olmuştur.
Bir danışanım, ilişkilerinde sürekli terk edilme korkusu yaşadığını ifade etmişti. Yüzeyde bunun nedenini bilmiyor gibi görünse de, seanslar ilerledikçe annesinin yıllarca “Beni kimse sevmez” inancıyla yaşadığını ve bunu davranışlarıyla çocuğa hissettirdiğini fark ettik.
Danışan, bu inancı bilinçli olarak duymamıştı; ancak annesinin hayata karşı güvensizliği onun da dünyaya bakışını şekillendirmişti.
Bir başka danışanım ise başarıdan kaçındığını, parladığı anlarda kendini suçlu hissettiğini paylaştı. Babası, hayatı boyunca “Fazla öne çıkanlar düşer” düşüncesine sahipti. Bu düşünce danışanımın bilinçaltına “Kendini gösterme, zarar görürsün” şeklinde yerleşmişti.
Sonuçta kişi, kendi iç sesiyle değil, ebeveyninin korkularıyla hayatını yönlendiriyordu.
Bu iç sesler, sadece bireysel düzeyde değil, kültürel olarak da aktarılır. Türkiye gibi kolektif toplumlarda aile değerleri, sadakat, fedakârlık ve uyum ön plandadır. Bu değerler olumlu bağlar kurmamıza yardımcı olsa da, bazen bireysel ihtiyaçları bastırmamıza, öfkeyi ya da hayal kırıklığını ifade edemememize neden olabilir.
“Öfke kötü bir duygudur”, “Aileni üzemezsin”, “Kendi ihtiyaçların bencilliktir” gibi inançlar, sessizce iç sesimize dönüşür.
İç ses, sadece düşünce değil, duygusal bir izdir. Bu izler kimlik inşasında temel yapı taşlarına dönüşür.
Terapötik süreçlerde bu izleri fark etmek, onları yeniden değerlendirmek ve bireyin kendi otantik sesini keşfetmesine yardımcı olmak mümkündür. Çünkü kişi, ancak hangi sesin ona ait olmadığını fark ettiğinde kendi sesini duyabilir.
Sonuç
İnsan geçmişinden izler taşır. Ancak bu izler, yalnızca anılarla sınırlı değildir. Bazen çocukluğumuzda duyduğumuz değil, hissettiğimiz duygular kimliğimizi şekillendirir.
Ailemizle değil, onların iç sesleriyle büyümek; kendi benliğimizi kurarken aslında onların inanç kalıplarını ödünç almaktır. Bu durum, bireyin yaşamında sürekli bir içsel çatışma yaratabilir.
Klinik psikoloji, bu sesi duymayı, anlamayı ve dönüştürmeyi hedefler. Çünkü birey, ancak iç sesini sorgulayabildiğinde gerçekten özgürleşebilir.
Sorgulamak kolay değildir; sevdiğimiz kişilerin bizi bilinçsizce yaraladığı gerçeğiyle yüzleşmek, çoğu zaman suçluluk, öfke ve kafa karışıklığı yaratır. Ancak bu yüzleşme, iyileşmenin kapısını aralar.
Öneriler
-
İçsel Diyaloğu Gözlemleyin: Günde birkaç kez durup kendinize “Şu an içimden geçen düşünce bana mı ait, yoksa tanıdık bir ses mi?” diye sorun.
-
Günlük Tutun: İç seslerinizi yazıya dökmek, onları nesnelleştirmeye ve kökenlerini fark etmeye yardımcı olur.
-
Sembol Mektuplar Yazın: İç sesin kaynağı olduğunu düşündüğünüz kişiye (göndermeyeceğiniz şekilde) mektup yazarak, size ne hissettirdiğini ifade edin.
-
Yardım Almaktan Çekinmeyin: Bir uzmanın rehberliğiyle iç sesleri analiz etmek, onları dönüştürmede etkili bir araç olabilir.
-
Olumlu Bir İç Ses Geliştirin: Eski sesin yerine geçebilecek, size destek olan yeni bir ses inşa edin. Örneğin: “Yetersizim” yerine “Yeterince iyiyim ve gelişiyorum.”
-
Duygulara Alan Açın: Bastırılmış öfke, üzüntü ya da korku; iç sesin beslendiği duygulardır. Bu duygulara güvenli şekilde alan tanımak, içsel dönüşüm için gereklidir.
Unutmayın, iç ses değiştirilebilir. Bize miras kalanları fark etmek ve dönüştürmek, psikolojik iyileşmenin ve özgürleşmenin başlangıcıdır.
Bir başkasının kelimeleriyle büyümüş olabiliriz; ancak yetişkinlik, artık kendi kelimelerimizi seçme zamanıdır.
Kaynakça
Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.
Rafaeli, E., Bernstein, D. P., & Young, J. E. (2011). Schema therapy: Distinctive features. Routledge.
Siegel, D. J. (2010). The mindful therapist: A clinician’s guide to mindsight and neural integration. W. W. Norton & Company.
Yalom, I. D. (2002). The gift of therapy: An open letter to a new generation of therapists and their patients. HarperCollins.