Mutlu olmak… Hepimizin arzusu bu değil mi? Her sabah uyanırken, hayatın zorlukları ve belirsizlikleri içinde daha huzurlu ve mutlu hissetmenin yollarını arıyoruz. Bu aramanın bir sonucu olarak, zaman zaman sosyal medyada ilham verici alıntıların veya kitapçılarda “nasıl mutlu olunur” konulu kitapların içinde kendimizi kaybediyoruz. Mutluluğun peşinden gitmek ve onu yaşamak, psikolojik iyi oluşun önemli bir göstergesi olarak kabul edilir (Fredrickson, 1998). Ancak ilginçtir ki, mutluluğun peşinden ne kadar çok koşarsak o da bizden o kadar uzaklaşır. Bu durum, psikolojide mutluluk paradoksu olarak adlandırılır (Drakopoulos, 2008). Ne kadar çok mutlu olmaya çalışırsak, o kadar çok mutsuz hissediyoruz. Bu durum, yalnızca bireysel bir düşüncenin ötesinde, artık toplumsal bir gerçeklik haline geldi. Sürekli “iyi hissetme” baskısı, olumsuz duygularla başa çıkma yeteneğimizi zayıflatabilir ve doğal insanî deneyimlerimizden uzaklaşmamıza neden olabilir.
Peki, mutluluk peşinde koştuğumuzda neden mutsuz hissediyoruz? Ve bu paradoksu nasıl ortadan kaldırabiliriz?
Mutluluğun modern tanımı: Hep iyi hissetmek
Günümüz kültüründe mutluluk, çoğunlukla “sürekli olarak iyi hissetmek” şeklinde algılanıyor. Negatif duygular ise genellikle istenmeyen, bastırılması ya da bir an önce ortadan kalkması gereken rahatsız edici deneyimler olarak görülüyor. Ancak gerçek hayat yalnızca olumlu duygulardan oluşmaz. Kızgınlık, düş kırıklığı, üzüntü gibi duygular da insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Bu kültürel bakış açısı, bireylerde “her zaman mutlu olmalıyım” düşüncesini güçlendiriyor. Oysa hayatın doğası gereği dalgalı bir seyir izlediğini kabul etmek yerine, sürekli iyi hissetmeye odaklanmak, kişinin kendini yetersiz ve başarısız hissetmesine yol açabiliyor. Bu durum, mutluluğun kendisinden çok, ona ulaşma çabasının yarattığı baskıyı öne çıkarıyor.
Araştırmalar ne diyor?
Araştırma bulguları, bazı durumlarda mutluluğa çok fazla değer vermenin ters etki yapabileceğini göstermektedir (Mauss vd., 2011). İnsanlar mutluluğu daha çok önemsedikçe, kendilerini daha az mutlu hissetmişlerdir. Bu etki özellikle olumlu duygusal ortamlarda ortaya çıkmaktadır; çünkü bu tür ortamlarda mutluluk beklentisi yüksek olduğundan, mutluluğun eksikliğini dış koşullara bağlamak zorlaşır ve kişi bu durumda hayal kırıklığı yaşar.
Çalışmada, mutluluğa daha fazla değer veren kadınların daha az olumlu duygu deneyimledikleri, yaşamlarından daha az memnun oldukları, psikolojik iyi oluşlarının düşük olduğu ve daha fazla depresyon belirtisi gösterdikleri saptanmıştır. Bu ilişkiler sadece stres düzeyi düşük, yani olumlu yaşam koşullarına sahip kadınlarda gözlemlenmiş, yüksek stresli durumlarda ise görülmemiştir. Böylece mutluluğa fazla önem vermek, özellikle mutluluğun ulaşılabilir olduğu zamanlarda, mutluluğu azaltabilir.
Sosyal medya ve göreli yoksunluk
Sosyal medya, mutluluk paradoksunun en güçlü besleyicilerinden biridir. Instagram ve TikTok gibi platformlarda sürekli paylaşılan “iyi anlar”, gerçek yaşamın çok küçük ve seçilmiş parçalarını yansıtır. Herkesin sadece mutlu, başarılı ve enerjik göründüğü bu ortamda, birey kendi günlük sıkıntılarını “anormal” olarak algılayabilir. Bu durum, göreli yoksunluğa (kişinin yaşam koşullarını ya da sahip olduklarını, başkalarıyla kıyasladığında kendisini eksik, yetersiz ya da dezavantajlı hissetmesi) neden olur (Twenge vd., 2018).
Ayrıca, sosyal medyada gördüğümüz aşırı mutlu ve başarılı paylaşımlar, mutluluk standartlarımızı yükseltir. Ancak bu standartlar çoğu zaman gerçekçi değildir ve karşılanamadığında büyük bir hayal kırıklığı yaşanır. “Ben neden onlar kadar enerjik, üretken ve mutlu değilim?” sorusu zamanla içsel eleştiriyi ve düşük özdeğeri beraberinde getirir. Oysa bu “parlak anlar” genellikle bir günün sadece birkaç saniyesine ait anlardan ibarettir. Bu nedenle, sosyal medya gerçek dışı mutluluk beklentileri yaratarak, kişinin psikolojik iyi oluşunu olumsuz etkileyebilir.
Duygusal kabul: Mutluluğa giden yol
Mutluluk paradoksunu aşmanın temel yollarından biri, duyguları kabul etmektir. Kişi, kaygı, üzüntü ve hayal kırıklığı gibi duygularını bastırmak yerine fark eder, kabul eder ve yargılamadan gözlemler. Bu yaklaşım, özellikle bilinçli farkındalık (mindfulness) temelli yaklaşımlarda belirgin bir şekilde öne çıkar. Mindfulness, geçmişe takılıp kalmak ya da gelecekteki olasılıkları kontrol etmeye çalışmak yerine şimdi ne olup bittiğine odaklanmayı öğretir. Bu nedenle bir kişi, kötü veya iyi her duygunun geçici olduğunu kavrar. Şu anda olan deneyimleri kabullenici bir bakış açısıyla gözlemlemeye yönelik beceriler kazandıran mindfulness (bilinçli farkındalık) müdahaleleri olumlu duyguları artırma konusunda umut verici sonuçlar göstermiştir (Lindsay vd., 2018).
Mutluluk hedef değil, yaşamın doğal bir sonucu
Hayat mutlulukla sınırlı değildir; kaygı, üzüntü, hayal kırıklığı gibi zorlu duygular da onun bir parçasıdır. Bu duyguları bastırmak yerine onlara alan açmak, ruh sağlığımızı ve yaşamla olan bağımızı güçlendirir. Yaşamı anlamlı ve değerlerimizle uyumlu bir şekilde yaşamak daha derin ve kalıcı bir tatmin sağlar. Sevgi dolu ilişkiler kurmak, üretmek, kendine sadık kalmak ve bir amaca hizmet etmek… Tüm bunlar doğrudan mutluluğu elde etmek için yapılmadığında, mutluluk kendiliğinden gelir. Kendimize “Nasıl daha anlamlı, daha özgün ve daha bütünlüklü bir yaşam sürebilirim?” sorusunu sormak iyi bir başlangıç olabilir. “Mutluluk peşinden koşularak elde edilemez; o ancak bir sonuca bağlı olarak ortaya çıkar. Mutlu olmak için bir nedeniniz olmalıdır” (Frankl, 1985).
Kaynakça
Drakopoulos, S.A. (2008). The paradox of happiness: towards an alternative explanation. Journal of Happiness Studies, 9, 303–315. https://doi.org/10.1007/s10902-007-9054-5
Frankl, V. E. (1985). Man’s search for meaning. Simon and Schuster.
Fredrickson, B.L. (1998). What good are positive emotions? Review of General Psychology, 2, 300–319.
Lindsay, E. K., Chin, B., Greco, C. M., Young, S., Brown, K. W., Wright, A. G. C., Smyth, J. M., Burkett, D., & Creswell, J. D. (2018). How mindfulness training promotes positive emotions: Dismantling acceptance skills training in two randomized controlled trials. Journal of Personality and Social Psychology, 115(6), 944–973. https://doi.org/10.1037/pspa0000134
Mauss, I. B., Tamir, M., Anderson, C. L., & Savino, N. S. (2011). Can seeking happiness make people unhappy? Paradoxical effects of valuing happiness. Emotion, 11(4), 807–815. https://doi.org/10.1037/a0022010
Twenge, J. M., Martin, G. N., & Spitzberg, B. H. (2018). Trends in U.S. adolescents’ media use, 1976–2016: The rise of digital media, the decline of TV, and the (near) demise of print. Psychology of Popular Media Culture. Advance online publication. doi:10.1037/ppm0000203