İnsan olarak düşünen, hisseden ve iradeye sahip varlıklarız. Modern dünyada bireyin kendini tanıma yolculuğu, çoğu zaman akademik başarılar, kariyer hedefleri ya da sosyal çevreyle olan ilişkiler üzerinden tanımlanıyor. Ancak bu yolculuğun görünmeyen ama en belirleyici mihenk taşı, duygusal olgunluktur. Duygularını tanıyan, ifade edebilen ve yönetebilen birey; ne sadece kendine ne de sadece başkalarına karşı güçlüdür. O, hayatla kurduğu bağda derinlikli ve gerçek bir bütünlüğe sahiptir. Duygusal olgunluk, yüzleşmenin inceliğiyle başlar; suçlamaktan vazgeçmekle, anlamaya gönüllü olmakla devam eder. Çoğu zaman büyümekle karıştırılan ama aslında “kendine doğru eğilmekle” mümkündür.
Duygusal olgunluk, bir duygunun sadece hissedilmesine değil, o duygunun içsel bir bilgeliğe dönüştürülmesine işaret eder. Pek çok kişi duygusal olgunluğu “sakin kalmak”, “tepki vermemek” ya da “duygularını bastırmakla” karıştırır. Oysa duygusal olgunluk, duyguları bastırmak değil; onları tanımak, kabul etmek ve uygun bir şekilde ifade edebilmektir. Yani mesele duygunun kendisi değil; o duyguyla kurduğumuz bağ, ilişki ve duyguyu nasıl regüle edebildiğimizdir.
Anadolu toprakları; hikâyelerin, suskunlukların ve bastırılmış duyguların harman olduğu bir yer. Burada “güçlü olmak” genellikle duygusuzlukla, “saygı” boyun eğmekle, “sabır” ise susmakla karıştırılmıştır. Nesiller boyunca aktarılan bu anlayış, duygusal olgunluğu büyütmek yerine, çoğu zaman bastıran bir çerçeveye dönüşmüştür. Anadolu’da bir çocuğun ağlamasına “erkek adam ağlamaz” denirken, genç bir kadının duygularını ifade etmesi “fazla hassas” ya da “şımarıklık” olarak görülebilir. Duygunun ifadesi değil, kontrolü yüceltilmiştir. Halbuki duygusal olgunluk; duyguların bastırılması değil, duygularla temas kurabilmeyi ve onları doğru zamanda, doğru biçimde ifade edebilmeyi gerektirir. Yani mesele “dayanmak” değil, fark etmektir. Yine de Anadolu kültüründe duygusal olgunluğun izlerini tüm bu gürültünün içinde görebiliriz. Türkülerde, ağıtlarda, meddahlarda ve masallarda… Mesela bir annenin “canım sana feda” deyişi, bireysel benliği yok sayan bir fedakârlık gibi görünse de derinlemesine bakıldığında, bastırılmış bir duygunun dile gelişi olabilir. İşte duygusal olgunluk, bu bastırılmış duyguları hem kendimiz hem kültürel mirasımız adına görünür kılmaktır.
Duygusal olarak olgun bir birey, kendi duygularını tanıma ve anlama becerisine sahiptir. Bununla birlikte başkalarının duygularını da küçümsemeden, abartmadan ve çarpıtmadan algılayabilir. Yani sadece kendi iç dünyasında değil, ilişkilerinde de duygusal dengeyi kurabilir. Bu da onu, “anlamaya çalışan insan” konumuna getirir. Bu olgunluk, sadece yaşla gelen bir hak değil; kişinin kendisini tanıma, deneyimlerinden öğrenme ve bilinçli bir şekilde kendini geliştirme sürecinin ve seçimle büyüyen bir beceridir. Kimi insan 20 yaşında bu farkındalığa erişebilirken, kimisi ömrü boyunca kaçınma, suçlama ya da inkâr döngüsünde kalabilir. Bu yüzden duygusal olgunluk, doğrudan duygusal emekle ilişkilidir. Kendini gözlemleyebilmek, tetikleyicilerini fark edebilmek, incindiğinde savunmaya geçmek yerine içe bakabilmek bu emeğin parçalarıdır.
Duygusal olgunluğun temel bileşenlerinden biri, kişinin duygularını bastırmak yerine kabul etmesi ve sağlıklı bir şekilde ifade edebilmesidir. Bu, bireyin hem kendisiyle hem de çevresindekilerle daha derin ve anlamlı bağlar kurmasını sağlar. Örneğin, bir tartışma anında öfkesine kapılıp tepkisel davranmak yerine, duygularını fark ederek kontrol edebilen biri, olgunluğunu sergilemiş olur. Empati, sabır ve anlayış gibi beceriler, duygusal olgunluğun önemli parçalarındandır. Bir diğer önemli nokta, duygusal olgun bireylerin dış etkenlerden bağımsız olarak içsel bir dengeye sahip olmalarıdır. Hayatta herkes zaman zaman hayal kırıklıkları ve zorlayıcı durumlarla karşılaşır. Ancak olgun bir birey, bu durumları bir kriz olarak görmek yerine, gelişim ve öğrenme fırsatı olarak değerlendirebilir. Kendi hatalarından ders çıkarabilen, sorumluluk alabilen ve başkalarını suçlamadan çözüm odaklı düşünebilen kişiler, duygusal olgunluğa daha yakındır. Aynı zamanda sınır koymayı ve kendine değer vermeyi de içerir.
Başkalarını memnun etmek için kendi ihtiyaçlarını göz ardı eden bireyler, uzun vadede tükenmişlik hissi yaşayabilir. Olgun bireyler, hem kendi ihtiyaçlarını hem de başkalarının haklarını dengede tutarak sağlıklı sınırlar koyabilirler. Bu da daha tatmin edici ve sürdürülebilir ilişkiler kurmalarına yardımcı olur. Bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle sağlıklı bir denge kurabilmesini sağlar. Bu süreç, kendini tanımak, duygularını yönetmek, empati göstermek ve hayattaki zorluklarla yapıcı bir şekilde başa çıkabilmekten geçer. Duygusal olgunluğu geliştirmek, bireyin sadece kişisel yaşamında değil, iş hayatında ve sosyal çevresinde de daha tatmin edici ilişkiler kurmasına katkı sağlar.
Bu hayat boyu süren bir yolculuktur. Bu yolculukta herkesin ayağına taş değer, bazen susarız, bazen haykırırız, bazen içimize kapanır, bazen yanlış kişilere açılırız. Ama her deneyim, biraz daha derinleşmek, biraz daha kendimize yaklaşmak içindir. Duygusal olarak olgunlaşmak; mükemmel olmak değil; kendini tanıyabilmek, hissettiklerini kabul edebilmek ve insan kalabilmektir. Kırılganlığını inkâr etmeden ayakta durabilmek, sevilmeyi beklerken sevmeye de gönüllü olabilmek, en kritiği başkalarını anlamaya çalışırken kendini de es geçmemektir. Unutmamak gerekir ki, duygular düşman değil yoldur. Kendimizi anlamanın, başkasına yaklaşmanın ve gerçek bir bağ kurmanın en doğal hâlidir. Olgunluk ise bu yolu yürümeye cesaret etmektir; korka korka da olsa.
Duygusal olgunluk, kim olduğunla değil; kim olmaya gönüllü olduğunla ilgilidir.