Bazen bazı duygular bize ait değil, üzerimize uygun değil, ama bize zorla giydirilmiş gibi gelir. Bizim içimizden çıkmamış, ama bir şekilde içimize sızmış duygular… Suçluluk, utanç, yetersizlik, değersizlik… Sanki görünmez biri “Böyle hissetmen gerek” demiş gibi… Ve biz de o duyguyu kendi duygumuz sanıp taşırız. Ama sonra bir gün fark ederiz: Bu duygu belki de bana ait değil ya da bana yakışmıyor.
Tıpkı üzerimize olmayan, yakışmayan bir kıyafet gibi: Bol gelir, düşer ya da dar gelir, sıkar, rahatsız eder.
Başkalarının Duygularını Üstlenmek
İnsanların taşıdığı duyguyu hissetmek başka, o duyguyu sahiplenip taşımaya çalışmak başka bir şeydir. Örneğin, bir yakınımız üzgün olduğunda kendimizi zorunlu bir biçimde üzgün hissetmeye çalışabiliriz. Çünkü empatiyi, duygunun kendisini taşımakla karıştırabiliriz. Çocukken anne ya da babanın kaygısını almak ya da ilişkilerde partnerin öfkesinden kendini sorumlu tutmak da bunun bir parçasıdır. Bu duygular aslında bizden çıkmadı, ama bizim duygumuz gibi bize yapıştı. “Bunu hissetmen gerekir” bakışıyla üzerimize giydirilen duygular, bazen bize ait olmayan yükler taşımamıza neden olur.
- “Neden olduğunu bilmiyorum, ama kendimi suçlu gibi hissettim.”
- “İçimde çok şey vardı, ama susmam gerekiyormuş gibi hissettim.”
Bütün bunlar olurken kişi, kendisine yavaş yavaş yabancılaşabilir.
Toplumsal Rollerle Üzerimize Giydirilmiş Duygular
Toplumun bizden beklediği bir “duruş” vardır. Bu duruş, bazen kendi duygularımızın önüne geçebilir. Bir kadın “hanım hanımcık”, bir erkek “güçlü” olmalıdır ki ona biçilen rollere uygun davranabilsin. Meslekler bile duygulara dair beklentiler yaratır: Bir terapist asla üzülmemeli ya da kızmamalı; bir öğretmen asla “of” dememelidir. Buna bağlı olarak üzerimize bir etiket gibi yapıştırılan duygular da olur:
- “Kırıldıysan hassassındır.”
- “Kaygılıysan sakin olmayı bilmen gerek.”
- “Yorulduysan beceriksizsin.”
Zaman içinde hissettiğimiz gerçek duygulara değil, hissetmemiz gerektiğine inandığımız duygulara tutunur, onları üzerimize giymeye çalışırız. Ve üzerimize ait olmayan duyguları giydikçe, kendimize dar gelmeye başlarız.
“Gün içinde mutlu gibi davranıyorum, ama aslında öyle değilim.” Bu cümle çok tanıdık gelir, çünkü aslında çok fazla duyuyoruz ya da hissediyoruz…
Terapötik Perspektif: Peki Duygunun Gerçek Sahibi Kim?
Terapötik süreçte en önemli adımlardan biri, duygunun kime ait olduğunu fark etmektir gibi.
- “Bu benim duyum mu, yoksa bir başkası bu duyguyu bana mı yansıttı?”
- “Ben ne hissediyorum, benden ne hissetmem bekleniyor?”
Bu sorular, iç dünyamıza dönmenin ve kendimizle kopan bağı yeniden kurmanın ilk anahtarı olabilir.
- Hangi duygu gerçekten senin?
- Hangisi geçmişten gelen bir yansıma?
- Hangisi öğrenilmiş, öğretilmiş?
Danışma odasında bazen kişi şöyle der: “Aslında kendimi suçlayacağım bir şey yok, ama kendimi suçlu hissediyorum.” Bu cümledeki farkındalık çok önemlidir. Çünkü kişi, kendi merkezine dönme yolunda ilk adımını atmıştır. Üzerine giydirilmiş olanı fark etmek, onun içinden çıkabilmeyi mümkün kılar.
Duyguyu Üzerinden Çıkarmak: Ona Dışarıdan Bakmak
Duygular bazen bizdenmiş gibi gelir, çünkü onları uzun zamandır içimizde taşımışızdır. Ama içimizde taşıdığımız her duygu bize ait olmayabilir. “Bu duygu bana ait değil. Bu annemin endişesi. Bu babamın korkusu. Bu toplumun üzerime yüklediği suçluluk… Ben sadece taşıyorum.”
Bu fark ediş anı, bir duyguyla bütünleşmek yerine onu kendimizden ayrıştırıp yanımıza alıp ona dışarıdan bir gözle bakabildiğimiz andır. Artık o duygu bize hükmeden değildir. O duygunun içinde değilizdir; ona dışarıdan bakabilir, kaynağın ne olduğunu görebilir, sınır çizebiliriz. O duyguya “Sen bana ait değilsin” diyebilmek ve kendine uygun gelen duygulara yer açmak özgürleştiricidir.
Belki de en çok rahatlatan şeylerden biri şöyle diyebilmektir:
“Üzgünüm, çünkü içimden geliyor. Ama suçlu değilim, çünkü bu duygu bana ait değil.”
Sonuç: Gerçek Ben, Gerçek Özgürlük
Başka insanların duygularını anlamak, o duyguları üzerimize giymek demek değildir. Kendi duygularımızdan vazgeçmek zorunda değiliz. Her duyguyu içimizde taşımaya gerek yoktur. Bazı duygular sadece gelir, geçer ve gider. Tıpkı üzerimize olmayan kıyafetler gibi, sadece denersin.
Oysa kendi duygularını giydiğinde, hafiflersin. Başkasından kalma yükleri taşımayı bıraktığında, bedenin ve ruhun kendine gelir. İşte o zaman, gerçekten kendin gibi hissetmeye başlarsın. Tıpkı üzerine tam oturan bir duygunun içindeymişsin gibi. Gerçek özgürlük gibi. Tam da olması gerektiği gibi.