2016 yapımı bu filmin konusunu Lee Chandler adında sessiz, kendini sosyal olarak izole etmiş bir karakterin şimdiki kayıpları, geçmişte yaşadığı kayıpları ve bu kayıpların ardındaki aile dinamikleri oluşturmaktadır. Chandler, kimseyle etkileşim kurmayan sakin bir hayat süren bir kapıcıdır. Çoğunlukla donuk bir ifadesi vardır. Bir sabah abisinin ölüm haberini telefonla alır ve geçmişte teknede abisi ve yeğeniyle mutlu oldukları balık tuttukları anıyı hatırlar. Abisi Joe’nun cenaze işlerini halletmek için eskiden yaşadığı kasabada yeğeni Patrick ile abisinin evinde bir süre kalacaktır.
O kasabada kalmak Lee için katlanılması zor bir durumdur çünkü Lee, arkadaşlarıyla içtikleri bir gün gece dışarı çıktığında şöminenin önüne siperlik koymayı unutmuştur. Bunun sonucunda evde yangın çıkmış ve çocuklarını kaybetmiştir. Lee bu durumdan kendini sorumlu tutmuş, yoğun suçluluk duymuş ve karakolda başına silah dayayarak intihar etmeye çalışmıştır. Eşiyle de boşanmıştır ve şehirden uzaklaşır. Lee için hayatına devam etmek zordur ve suçluluk duygusuyla melankolik bir hâle bürünmüştür.
Lee, abisinin oğlu Patrick’in vasisi olarak kendisini görevlendirdiğini öğrenir ve bunu istemez çünkü Manchester geçmişteki travmalarını yüzeye çıkarmaktadır. Patrick çok sosyal, sporla ilgilenen bir gençtir ve babasının yasını yaşarken bunu belli etmemeye çalışır. Babasının cenazesi hava şartlarından dolayı bir süre defnedilmediği için morgda tutulmaktadır ve bu durum Patrick için çok zordur. Dondurucudaki tavukların düşmesiyle krize girer ve burada gerçek acısını baskıladığını görürüz.
Ortak Yaraların İyileştirici Gücü
Lee ve Patrick hayatlarını düzene sokana kadar beraber kalacaktır. Bu süre zarfında Lee’nin, babasının acısını kimseye göstermeden yaşayan yeğenine destek olduğunu, ikisinin birbirlerinin hayatında sessiz desteklerinin dönüştürücü etkisini görmekteyiz. Lee de geçmişiyle yüzleşme fırsatı bulmuştur. Orada eski eşiyle karşılaşırlar ve geçmişteki pişmanlıklarını konuşurlar. Eski eşi evlenmiş ve hamiledir; hayatına devam etmeye çalışmıştır. Lee içinse hayat sanki yangının olduğu gün durmuş gibidir. Stabil ve donuk hayatı yeğeni ile değişecektir.
Lee, Patrick ile birlikte Boston’a taşınmak ister fakat Patrick bunu istemez. Lee, Manchester’da hayatlarını oturtana kadar bir süre daha kalır ve yeğeniyle vakit geçirmeye başlarlar. Aralarında güçlü bir bağ oluşur. Lee, Patrick’in acılarını anlarken Patrick de Lee’nin acılarını anlar. Lee, Manchester’da kalamayacağını fark eder ve Patrick için vasi ayarlamaya çalışır ve dostları George onu evlatlık edinmeyi kabul eder. Defin işleminden sonra Lee, Patrick’le bağını koparmak istemez ve ne zaman isterse gelebileceğini ve bir odası olacağını söyler. Filmin sonunda amca ve yeğenin tekrar Joe’nun teknesinde balık tuttuğunu görmekteyiz.
Suçluluk ve Depresyon
Çocuklarının ölümünden kendini sorumlu tutan Lee yasını yaşayamaz ve suçluluk duyguları yaşamına devam etmesini de engeller. Lee, sorumluluk duygusuyla baş edemez ve karakolda intihar teşebbüsünde bulunur. Evliliğini de sürdüremez. Lee için hayat o kaza anında durmuştur ve ilerleyemez çünkü suçluluk duygusu o kadar yoğundur ki yasını bile yaşayamaz.
Manchester’dan ve kendinden kaçar. Bu duygu, melankolik ve depresif bir hayat yaşamasına neden olur. Yasın ardından gerçeklerle yüzleşilen ve bu olayların sonuçlarıyla başa çıkılan bir süreç yaşandığı görülmektedir ve bu süreç, kişinin kaybettiği kişiyle barışmasıyla sonuçlanan bir yas tutmadır (Erçetingöz, 2022). Lee için durum böyle olmamıştır ve kendinden kaçmış, yasıyla — çocuklarının ölümüyle — barışamamıştır.
Abisinin ölümünden sonra Manchester’a gitmek zorunda kalması, yeğeniyle ilişki kurması, yasıyla yüzleşmesine olanak tanımıştır. Filmin sonlarına doğru Lee kanepede uzanırken kızının “baba” diye seslenişini duyar ve baktığında “yandığımızı göremiyor musun?” der. Lee ise “hayır tatlım, yanmıyorsunuz” der ve ocağın alarmına uyanır. Bunu bir inkâr olarak da yorumlayabiliriz, bir inkârın kabulü olarak da.
Sonuç
Lee, hayatımızda çok tanıdık ve sıradan olan insanları temsil ediyor. Kapıcıdır ve kimseyle iletişim kurmaz ama içinde gizledikleri, suçlulukları ve yası vardır. Dışarıdan bunu anlamayız ve sıradan işlerle günü hep aynı monoton geçen insanların iç dünyasını düşünmeyiz. Bu film bize bunu sorgulatıyor. Sıradan, basit gördüğümüz insanların iç dünyasında neler oluyor ve bu hislerle yaşama devam etmek mümkün mü?
Lee’nin yaşadığı kayıp sonrasında kendini izole etmesi, kendini cezalandırması, hayatına devam edememesine ve sonsuz melankoliye hapsolmuş gibi yaşamasına neden olur. Oysa yas sürecinden sonra kaybımızla yüzleşmeli, onunla barışmalı ve devam etmeliyiz. Patrick ise sosyal bir çocuktur ama o da amcası gibi yasını gizler ve yaşayamaz. Daha sonra ise ikisinin ilişkisi dönüştürücü bir hâl alır; ikisi de kayıplarıyla yüzleşir ve kaybı kabullenirler.
Burada sosyal desteğin, ortak acıların bize nasıl güç verdiğini ve yasımızı nasıl dönüştürebileceğini görüyoruz. Yaşam, kayıpların olduğu bir yer ve bu kaçınılmaz bir gerçek. Bu gerçekle yüzleşirken aileden kaçmamanın, sosyal destek almanın önemini görmekteyiz. Kendi içimizdeki pişmanlıklarda boğulurken bir elin bizi kurtarıcı etkisini gözden kaçırmamalıyız. Lee, içindeki kederi sonsuzluğa taşıyan bir adamın hikâyesi.
Kaynakça
Erçetingöz, A. (2022). Yaşamın Kıyısında Filminde Mağduriyetin İmkansızlığı ve Bitmeyen Yas: Zaman Her Şeyin İlacı Olabilir mi? sinecine, 13(1), 67–97.
https://doi.org/10.32001/sinecine.955451


