Salı, Kasım 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Etiketlerin Arasındaki Sen

Kendin ve toplum normları, kendin ve ailen, kendin ve partnerin, kendin ve mesleğin
Bunlar, hayatımızda sıklıkla içine sıkıştığımız ikilemlerdir.

Bazen alacağımız kararlarda, bazen atacağımız adımlarda, bazen ise geri çekilmek istediğimiz konularda kendimizin ne istediğiyle, başka etiketlerin bizden ne beklediği arasında kalırız.

“Ben böyle istiyorum ama buna toplum ne der?”
“Buraya gideceğim ama ailem ne söyler?”
“Bunu yapmak istemiyorum fakat partnerim benim hakkımda ne düşünür?”
“Böyle giyinmek istiyorum fakat bu benim mesleğime yakışmaz…”

Bu cümlelerden en az birini hiç düşünmemiş olan var mı aramızda?
Varsa gerçekten tanışmak isterim.

Elbette bir toplumda yaşıyoruz ve bunun gerektirdiği bazı koşullar, kurallar ve ortak yaşam normları var.
Bu kurallar, toplumun düzenli ve uyumlu bir şekilde devam edebilmesi için önemli.

Ancak kendi hayatımızda attığımız her adımı mutlaka bu koşullara uygun yaşamalı mıyız?
Bu kurallara, başkalarının beklentilerine ve üzerimize yapıştırılan etiketlere uymaya çalışırken kaybolan gerçek benliğimiz ne olacak?

Çoğu zaman kendimizle dış dünyanın talepleri arasında sıkışıp kalırız.
Maalesef, gücümüzün yetmediği noktalarda kendi özümüzden vazgeçip bu kalıplara, etiketlere boyun eğeriz.
Ama o zaman hissettiğimiz şey, sadece etiketlere uymanın sağladığı geçici bir rahatlık değil;
aslında kendi benliğimizden, iç dünyamızdan giderek daha çok uzaklaşmanın getirdiği derin ve karmaşık bir kaybolmuşluk hissidir.

Pes Etmekle Başlayan İçsel Savaş

Bu hisle ve üzerimize yapıştırılan diğer etiketlerle bir süre boyunca içten içe savaşırız.
Bir süre boyunca kendimize güçlü olmamız gerektiğini hatırlatır, “Hayır, ben ne istersem o olmalı. Bu benim hayatım ve ben istediğim gibi yaşamalıyım.” demeye devam ederiz.

Bu süreçte kendimizi çok güçlü, hatta adeta tüm dünyaya meydan okuyabilecek kadar cesur ve kararlı hissederiz.
Ancak zaman ilerledikçe ve mücadele devam ettikçe yavaş yavaş yorulmaya başlarız.

Gücümüzün yetmediği, dayanma sınırlarımızın aşıldığı bir noktaya geliriz ve çoğu zaman,
Artık tamam, pes ediyorum.” deriz.

Pes ettiğimiz o an ise içimizi derin ve karmaşık duygular sarar.
İlk başta yoğun bir öfke ve hüzün hissederiz.
Topluma, ailemize, çevremizdeki baskılara, bize dayatılan, “böyle olmalısın” denilen tüm kalıplara karşı bir öfke duyarız.
Çünkü uzun süre savaşmış ama sonunda yenilmişizdir.

Ve yenilmenin verdiği hayal kırıklığıyla, aslında asıl mücadelemizin karşı taraf olan toplumsal kalıplara değil, bizi sınırlandıran bu yapıya karşı olduğunu fark ederiz ve onlara öfkeleniriz.

Öfkenin Yönü: Dışarıdan İçe Dönüş

Fakat zamanla, bu öfkenin aslında neye ve kime yöneldiğini daha iyi fark etmeye başlarız.
Aslında öfke, kazanan tarafa değil; savaşmayı bırakıp pes eden kendimize dönüktür.

Bu farkındalığa ulaştığımızda, öfkenin yönü dışarıdan içimize doğru kayar.
Artık kendimize kızar, kendimize öfkeleniriz.

“Neden savaşamadım? Neden istediğim gibi yapamadım? Neden pes ettim?” gibi sorularla kendimizi adeta döver, suçlarız.
Bir yandan güçlü olmayı hayal eder, öte yandan o gücü gösteremediğimiz için kendimizi sürekli yetersiz buluruz.

Tüm bu çelişkiler ve karmaşık duygular içinde yorulduğumuz bir noktaya geliriz.
İçimizi kaplayan bu üzüntü ise sıradan bir hüzün değildir;
bu, derin bir farkındalığın getirdiği hüznün ta kendisidir.

“Kendim olamadım, içimdeki gerçek benliği ortaya çıkaramadım, kendi istediğim doğrultuda hareket edemedim, boyun eğdim, savaşamadım, yeterince güçlü değilim…”

Bu düşüncelerle birlikte içimizde kaybolan, susturulan bir parçanın yasını tutarız.

Sessizleşen Gerçek Benlik

Belki de o yas tuttuğumuz parça, aslında hiç kaybolmamıştır.
Sadece sessizleşmiş, susturulmuş ve kendimizi bastırdığımız her an biraz daha derinlere çekilmiştir.

Ve biz, uzun zamandır onu duymayı, onu tekrar hissedip özgür bırakmayı beklemekteyiz.
Kendimiz olmanın, “Ben böyleyim.” diyebilmenin, sınırlarımızı çizmenin ve kendi duruşumuzu ortaya koymanın gücünü yeniden kazanmayı arzuluyoruz.

Belki de içimizdeki gerçek benlik, hiçbir zaman kaybolmadı; sadece gürültüye karıştı.
Onu bastırdık, susturduk ama o hep oradaydı — yeniden hatırlanmayı bekliyordu.

Toplumla Savaşmadan Var Olabilmeyi Öğrenmek

Belki de hayatın asıl zorluğu toplumla savaşmak değil,
kendimizi unutmadan, kaybetmeden toplumun içinde var olabilmeyi öğrenmektir.

Bazen “hayır” diyebilmek,
bazen “ben böyle istiyorum” diyebilmek,
bazen de “bilmiyorum ama denemek istiyorum” diyebilmek…

İşte gerçek benlik, tam da bu cesur cümlelerin içinde nefes alır ve var olur.
Belki güçlü olmak, sürekli mücadele etmek değil;
gerektiğinde pes etmekten korkmadan, cesaretle yeniden başlamaktır.

Kendinle, etiketlerle ve toplumun baskılarıyla bu kadar savaştıktan sonra geriye tek bir soru kalır:

“Tüm bu karmaşanın içinde, sen gerçekten neredesin?”

Belki de asıl yolculuk, bu sorunun cevabını aramakla,
kendini bulmakla başlar.

Çünkü insan, kendini bulmadıkça ne kadar çok etiket taşırsa taşısın,
hep biraz eksik kalır.

Tuba Güler
Tuba Güler
Tuba Güler, ağırlıklı olarak çocuk ve ergenlerle çalışmaya başlamış, yetişkinlerle çalışmak konusunda ise eğitim sürecine devam eden bir psikologdur. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), çocuk merkezli oyun terapisi, filial terapi ve kum terapisi alanlarında eğitim almış; çeşitli psikolojik testler konusunda da uzmanlaşmıştır. Danışanlarıyla eğitimler kapsamında aktif olarak terapi süreci yürütmekte, aynı zamanda İmago Psikoloji dergisinde düzenli yazılar kaleme almaktadır. Psikolojiyi topluma ulaştırmayı amaçlayan Güler, sosyal medyada empatik bir dille psikolojiye dair merak edilen konuları paylaşmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar