Salı, Aralık 23, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Elemental: Bir Aşk Hikâyesinden Önce Bir Kendilik Hikâyesi

Hayat bazen bize, hiç sorgulamadığımız hâlde taşıdığımız kimlikler ile gelir. Evimizden, içimizden, ailemizin beklentilerinden ya da toplumun sessizce kalbimize bıraktığı rollerden oluşmuş bir yük gibi… Bu rollerin fark edilmeyen yanı, onların zamanla içselleştirilip hayatımızın otomatik pilotu hâline gelmesidir. Çoğu zaman kendi isteğimiz sanarak yürüdüğümüz yolların, aslında bize miras kaldığını fark etmeyiz.

Elemental’i izlerken tam olarak bunu düşündüm.
Kim olmak istediğimiz ile kim olmak zorunda bırakıldığımız arasındaki o görünmez mesafeyi
Ve bu mesafenin çoğu zaman “bir ömür oluşunu”, arada kaybolan zamanı yaşarken hiç fark etmeyişimizi…

Başkarakter Ember’da da olduğu gibi bazen yorgun ve kızgın hisseder, bitmek bilmeyen bir öfke taşırız. Tüm bunların sebebini çoğu zaman anlamlandıramayız; çünkü içimizdeki biz ile bize dayatılan biz, sessizce birbirine çarpmaya devam eder.

Tam bu noktada, filmi izlerken zaman zaman “Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez” sözü geldi aklıma. Ember’ın hikâyesi de aslında sorgulamaya cesaret ettiği anda başlıyor. Elbette sorgulamak için önce fark etmek gerekiyor. Farkındalık, bizi hayata ve yeni başlangıçlara hazırlayan yönümüzdür. Bu fark ediş olmadan, çoğu zaman üstümüze giydirilen rollerin ağırlığını bile anlayamayız.

İçimizdeki Ateşi Gizlemek

Psikolojide atfedilen roller, doğduğumuz anda bize verilen ve çoğu zaman sorgulamadan benimsediğimiz kimlikler olarak tanımlanır. Ember için bu; ailesinin dükkânını devralmak, “iyi kız” olmak, düzeni korumak ve hata yapmamak üzerinden şekillenir. Fakat bu roller bazen gerçek benliğimizin algısını körelten ve kendimize yabancılaşmamıza neden olan kalın bir duvara dönüşür.

Atfedilen roller yalnızca davranışlarımızı değil, kendi kapasitemize dair inançlarımızı da sınırlar. Ember’ın kendini sürekli patlamaya hazır bir öfke topu gibi görmesi de bunun bir yansımasıdır. Kendini olduğu gibi değil, “olması beklenen” biri olarak yaşamaya çalıştıkça içsel çatışması daha da büyür.

Carl Rogers’ın kuramında belirttiği gibi insan ruhunda iki benlik yan yana yürür: gerçek benlik (olduğumuz hâl) ve ideal benlik (olmak istediğimiz hâl). Rogers’a göre bu iki benlik arasındaki mesafe açıldıkça birey kaygı ve içsel bir uyumsuzluk yaşar.

Ember’ın ideal benliği; özgür, yaratıcı, kendi rengini seçen bir kadındır. Gerçek benliği ise ailesinin yüklediği rollerle sınırlanmış, korkuları bastırılmış, kendi ateşinden bile çekinen biridir.

Film bize şunu gösterir: Korkularımızı gizlerken, özümüzü de gizleriz.
Ve en tehlikeli yanılgı, bastırdığımız duyguların yok olduğunu sanmaktır. Oysa onlar, bir yerlere sığmasa bile içimizde yaşamaya devam eder.

Zıtlıklar Arasında Kendini Bulmak

Filmde beni en çok etkileyen detaylardan biri Vivisteria çiçeğidir. Bu çiçek, ateş ve su gibi birbirine zıt iki elementin yan yana var olabilme ihtimalini simgeler.

Vivisteria, dokunulduğunda kolayca soluyor ama doğru sıcaklık ve doğru temasla kendinin en parlak hâlini buluyor. Bu bana şunu düşündürdü: İnsan ruhu da Vivisteria gibidir. Kırılganlığımız, zayıflığımız değil; doğru temasla açılabileceğimizin kanıtıdır.

Ember’ın kendi özünü fark etmesi, Wade’in onun içindeki ateşi korkmadan izlemesiyle başlar. Çünkü bazen kendi rengimizi, ancak bizi sakınmadan gören biri sayesinde fark ederiz.

Kendilik Keşfinin Nihai Durağı

Farkındalık çoğu zaman büyük aydınlanmalarla değil, küçük dürüstlüklerle başlar:
“Ben kimim?”
“Gerçekten ne istiyorum?”
“Bu yol benim için mi, yoksa birilerinin benden beklediği yol mu?”

Elemental’in asıl verdiği mesaj tam burada ortaya çıkar: Kişinin kendi iç sesini duymaya başladığı anı, bir film sahnesi değil, hayat gerçeği gibi hissettirmesi.

Wade’in Ember’a sunduğu şey sadece bir aşk değildir. Ona sunduğu şey bir alandır. Yanmasına izin veren, kızmasına yer açan, düşerken tutmayan ama düşüşünü anlayan bir alan…

Ve Ember, ilk kez kendi ateşinden korkmayan birine bakarken fark eder ki: Sevilmek bazen, kendini yeniden görmenin en şefkatli yoludur. Aşk dediğimiz şey, bir başkasının gözünde kendi rengimizi ilk kez net görmektir.

Ve doğru insan karşımıza çıktığında, yıllarca içimizde gizli kalan o cümle kendiliğinden belirir:
“Doğru gözlerde sanat olursun.”

Elemental tam olarak bunu anlatır:
Kendini bulmak bazen bir ömür sürer, bazen bir dokunuş kadar kısa. Ama yol her zaman içimizde başlar. Bizi kendimize yaklaştıran her insan ise, bir Vivisteria çiçeği gibi ruhumuzda iz bırakır.

Peki, siz bugün kimin dükkânını işletiyorsunuz?
Kendi hayallerinizi mi, yoksa size miras kalan o görünmez sorumlulukları mı?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar