Bazen sadece farklıyız. Ama bazen, sırf farklıyız diye birbirimize yabancılaşıyoruz.
Renklerimiz, aksanlarımız, oy verdiğimiz parti, tuttuğumuz takım, giydiğimiz kıyafet, seçtiğimiz hayat tarzı…
Bizi “biz” yapan şeyler, bir başkasını “öteki” yapmaya ne zaman başladı?
Grup Psikolojisi: Biz ve Onlar Ayrımı
Sosyal psikolojide grup içi (in-group) ve grup dışı (out-group) ayrımı, insanların sosyal dünyayı nasıl algıladığını açıklayan güçlü bir kavramdır.
Kendi grubunu yüceltmek, ait hissetmek, güven duymak… Bunlar insani ve anlaşılabilir ihtiyaçlardır.
Ama bu ihtiyaç, sınırları kalın çizilmiş bir “biz” oluşturduğunda, karşısına kaçınılmaz şekilde bir “onlar” çıkar.
Ve bu “onlar”, zamanla anlaşılması gereken bir farklılık değil, uzak tutulması gereken bir tehdit haline gelir.
Gruba Dahil Olmanın Gücü ve Bedeli
Grup aidiyeti güçlü bir histir. Çünkü insan, evrimsel olarak yalnız kalmak üzere programlanmamıştır.
Kabileden dışlanmak tarih boyunca ölümle eşdeğerdi. Bu nedenle, bugün bile bir topluluğun parçası olmak — ister sosyal çevre, ister siyasi görüş, ister aile yapısı olsun — bize görünmez bir güvenlik hissi verir.
Fakat grup psikolojisinin karanlık bir yanı vardır. Aidiyet hissi, çoğu zaman bir üstünlük hissine dönüşür.
“Biz doğruyuz, çünkü biz buyuz. Onlar farklı, çünkü yanılıyorlar.”
İnsanlar, bir gruba ait olduklarında bilişsel çarpıtmalar yaşamaya başlar.
Kendi grubunun hatalarını görmezden gelir, dış grubun ise başarılarını küçümser.
Bir arkadaş grubunda, bir okulda, bir ülkede ya da bir sosyal medya platformunda… Her yerde bu örüntüye rastlayabiliriz.
Tanımadan Düşman Olmak
Hiç tanımadığımız insanlara karşı önyargı beslememizin temelinde genellikle bu psikoloji yatar.
Onlar hakkında çok az şey bilsek de, “bizim gibi değiller” düşüncesi, onları dışlamak için yeterli hale gelir.
Buna “minimal grup etkisi” denir. Psikolog Henri Tajfel’in yaptığı deneylerde, sadece rastgele oluşturulan gruplar bile, grup üyelerinin “biz” hissini yaşayıp diğer grubu olumsuzlamasına yol açmıştır.
İnsanlar, yalnızca bir zar atışıyla “kırmızı grup” ya da “mavi grup” olarak ayrıldığında bile, kendi grubundakilere daha fazla puan vermeye, diğer grubu dezavantajlı bırakmaya başlamıştır.
Yani, bir araya gelmek için bir sebep aramıyoruz. Sadece “birimiz” olmak yeterli. Geri kalanı “öteki” yapıyoruz.
Günlük Hayatın ‘Biz ve Onlar’ları
Bir kahve zincirinde çalışan barista ile ona yüksekten bakan müşteri.
Devlet okulunda okuyan bir çocukla özel okulda okuyan bir başkası.
Doğduğu şehirde “yerli” olan biriyle, yeni taşınan bir “taşralı.”
Kadın ve erkek, dindar ve seküler, muhafazakâr ve modern, evli ve bekar…
Her karşılaşma, bir potansiyel “biz ve onlar” çatışmasına dönüşebiliyor.
Ve bazen bu ayrım, fiziksel şiddetle değil, daha sessiz ve görünmeyen şekillerde yaşanıyor: dışlayarak, küçümseyerek, görmezden gelerek…
Sosyal medyada dahi bu ayrımı görebiliyoruz: bir akımın “tarafı” oluyorsan, diğeri seni hedef haline getirebiliyor.
Bir bakış açısını savunduğunda, “bizim gibi değilsin” cümlesi hemen hazır bekliyor.
Oysa “biz” de, “onlar” da sadece birer insan. Yaralı, eksik, arayışta, duygulu…
Kimse “Öteki” Olarak Doğmaz
Hiçbir çocuk “biz ve onlar” ayrımını bilerek doğmaz.
Bu ayrım, zamanla öğretilir.
Bunu en çıplak haliyle bir anaokulunda görebilirsiniz.
Çocuklar, farklı ten rengine sahip bir arkadaşları olduğunda, önce sadece merak ederler.
Sorarlar, gülerler, birlikte oynarlar. Ancak yetişkinlerin bakışı, yorumu ya da sessizliği o çocuğun “farklı” olduğunu öğretmeye başlar.
Ve çocuk da öğrenir: “Biz”den olmayan, “onlar”dır.
Bu yüzden biz büyüklerin görevi, sadece kendi önyargılarımızla yüzleşmek değil, aynı zamanda yeni nesillere bu aynayı uzatmamak olmalı.
Ait olmanın gücünü öğretirken, ayrıştırmanın zararını da fark ettirmeliyiz.
Gerçek Aidiyet Ne Zaman Başlar?
Aidiyetin sıcaklığına sığınmak insani bir ihtiyaç.
Ama bu sıcaklık, bir başkasını üşütüyorsa orada bir sorun vardır.
Kendimize sormamız gereken soru şu:
Biz olmak için kimi dışladık?
Ya da daha derin bir soru:
Gerçekten ‘biz’ miyiz, yoksa sadece aynı duvarın arkasında korkan birkaç kişi miyiz?
Bir gün hepimiz “öteki” olabiliriz.
O zaman, bizi yalnız hissettirmeyecek tek şey, başka bir “biz”in kapımızı çalmasıdır.
Gerçek aidiyet, aynı fikirde olmakla değil, farklı fikirlere de yer açmakla başlar.
Sana Dönelim…
Hayatında birini yalnızca “bizden değil” diye geri ittiğin bir anı hatırlıyor musun?
Peki ya tam tersi… Sırf “onlardan biri” sandığın birinin, seni en iyi anlayan kişi olduğunu fark ettiğin bir an?
En son ne zaman, “biz”in dışına çıkıp, “onlar”la gerçek bir bağ kurdun?