Aşkı hep kalpte ararız, ama asıl izlerini en çok beynimizde taşırız. Günlük yaşamda çok güçlü hissettiren bu duygunun aslında bilimsel bir zemini var. Bu yazıda, romantik aşkın beyindeki etkilerini, dopamin sisteminden bağlanma hormonlarına kadar uzanan bir çerçevede ele alıyorum. Ama sadece teknik bilgi değil, terapist olarak gözlemlerimden ve insan olmanın duygusal gerçekliğinden de söz edeceğim.
Aşk Sadece Bir Duygu mu?
Danışanlarımla yaptığım çalışmalarda, “Aşık mıyım, yoksa sadece bağlandım mı?” gibi sorularla sık karşılaşıyorum. Aşk öyle güçlü bir deneyim ki, kişinin ruh hâlini, davranışlarını ve kararlarını derinden etkileyebiliyor. Peki, bu duygunun nörobiyolojik karşılığı nedir?
Beyindeki Aşk Haritası
Helen Fisher ve ekibinin yaptığı araştırmalar (2005), aşkın nörobiyolojisi bağlamında aşkın aslında beynin ödül sistemiyle birebir ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle ventral tegmental alan (VTA) ve kaudat çekirdek gibi dopamin salgılayan bölgeler, romantik aşk yaşayan bireylerde aktif hale geliyor. Bu, bir anlamda aşkın bizi “bağımlı” gibi hissettirmesinin nörobiyolojik temeli. Aşıkken hissettiğimiz “onsuz yaşayamam” duygusunun altında da aslında dopamin devreleri yatıyor olabilir.
Bağlanma ve Güvende Hissetme
Aşk sadece tutku değil; yanında güven, yakınlık ve aidiyet de getiriyor. Oksitosin ve vazopressin gibi hormonlar burada devreye giriyor. Özellikle oksitosin, hem doğumda hem emzirmede hem de duygusal yakınlaşmalarda aktif olan bir hormon. “Yanındayken içim rahat ediyor” cümlesi, aslında oksitosinin bedenimizde yaptığı işin özeti gibi. Bu hormonlar sayesinde sadece “aşık olmuyoruz”, aynı zamanda birine bağlanıyor ve aidiyet hissi geliştiriyoruz.
Aşkın Evrimsel Hikâyesi
İnsan yavrusu, gelişimini uzun sürede tamamlayan bir varlık. Bu nedenle, romantik bağlanma evrimsel olarak çok önemli. Aşk, sadece bir bireysel deneyim değil; aynı zamanda nesillerin devamı için evrimsel bir mekanizma. Yani sevmenin biyolojik yönü, aslında hayatta kalma stratejimizin bir parçası. Bu bağlamda aşk, yalnızca bireysel bir his değil; türün devamlılığını sağlayan evrimsel bir araçtır.
Terapide Aşk
Terapi odasında aşk konuşmak kolay değildir. Aşk, kişinin en savunmasız olduğu alanlardan biridir çünkü. Aşkın biyolojik etkilerini bilmek, danışanlara bu süreçte kendi duygularını daha iyi anlamaları için destek olabilir. “Neden onu unutamıyorum?”, “Neden onsuz yapamıyorum?” gibi soruların cevabı bazen biyolojik düzeyde gizlidir. Bu bilgiyle birlikte çalışmak, danışanın kendini yargılamadan, daha merhametli bir gözle süreci ele almasına yardımcı olur.
Sonuç
Sevmenin bir biyolojisi var. Ama bu, onu küçültmez. Aksine, aşkın hem kalbe hem beyne dokunduğunu bilmek, insana dair duyguları daha derinden anlamamıza yardımcı olur. Sevgi, güven, yakınlık gibi kavramlar sadece romantik değil; aynı zamanda yaşamsal öneme sahip. Aşkı anlamaya çalışırken bilimin ışığını, nörobiyolojik verileri ve romantik ilişkilerde oluşan kimyasal süreçleri kullanmak da bu süreci daha anlamlı kılabilir.


