İletişim, doğası gereği karşılıklı bir süreçtir. İnsanlar bir başkasıyla iletişim kurarken yalnızca bilgi aktarmayı değil, aynı zamanda duygusal bir bağ kurmayı ve anlaşılmak istemeyi de arzularlar. Bu nedenle karşımızdaki kişiye bir şeyler söylediğimizde, yalnızca sözlerimize değil, aynı zamanda beden dilimize ve duygularımıza da karşılık verilmesini bekleriz. Bu beklenti, anlaşılmak duygusunun temelini oluşturur.
İletişim sırasında bulunduğumuz ortam, karşımızdaki kişinin davranışları, mimikleri, jestleri gibi birçok unsur, dinlenilip dinlenilmediğimiz ya da anlaşılmak istenip istenmediğimiz konusunda ipuçları verir. Bu ipuçları bilinçli ya da bilinçsiz olarak fark edilir; ancak birey üzerinde güçlü etkiler bırakır.
Göz Teması ve İletişimin Derinliği
“Gözler ruhun aynasıdır” sözü, bu bağlamda oldukça anlamlıdır. Bizi dinleyen birinin gözlerinde, yalnızca dikkat değil, aynı zamanda anlama çabasını da görmek isteriz. Göz teması, karşımızdaki kişinin bizimle ilgilenip ilgilenmediğinin önemli göstergelerindendir. İnsan, neyle ilgileniyorsa onunla göz kontağı kurar; bu nedenle göz teması, dikkatin ve zihinsel odaklanmanın bir işaretidir.
Beden Dili ve Dinleme Niyeti
Göz temasının yanı sıra bedenin yönelimi de iletişimin kalitesine dair önemli bilgiler sunar. Eğer bir kişi bedenini konuştuğu kişiye dönmüşse, bu genellikle ilgi ve dikkat göstergesidir. Ancak kişi bedenini başka bir yöne çevirmişse, bu durumda zihinsel olarak başka bir yere yönelmiş olabileceği düşünülür. Bu durum bilinçli bir uzaklaşma olabileceği gibi, farkında olmadan gelişen bir dikkat dağınıklığının da sonucu olabilir.
Kullanılan Sözler
Konuşma esnasında kullanılan sözler oldukça önemlidir. Kaba ve kırıcı olanlar iletişimi derinden yaralar. Anlaşılmak bir yana, anlamamak için ekstra bir çaba olarak görülebilir. Bunun yanı sıra A konusunu anlatan kişiye B konusundan örnek vermek, duyguların görmezden gelindiği hissine yol açabilir. Bu yüzdendir ki konuşmalarda tam anlamıyla konu ile alakalı “…yaşadığını anlayabiliyorum.” / “…hissettiğini anlayabiliyorum.” gibi cümleler değerli, yeterli ve anlaşılmış hissettirir.
Sosyal Ortamın Etkisi
Tüm bu göstergelere rağmen, sosyal ortamların dinleme ve anlaşılmak sürecini yanıltıcı hale getirdiği durumlar da vardır. Birey, karşısındaki kişiyi dikkatle dinliyor olsa bile, çevresel faktörler nedeniyle bunu yeterince yansıtamayabilir. Gürültülü bir ortam, üçüncü kişilerin varlığı ya da fiziksel rahatsızlıklar gibi etmenler, iletişimde yanlış anlamalara ve anlaşılmamışlık hissine yol açabilir.
Sonuç
Sonuç olarak, anlaşılmak için yalnızca sözlü tepkilere değil, aynı zamanda göz teması, beden hareketleri ve iletişim kurulan ortamın koşullarına da ihtiyaç duyarız. Anlaşılmak, kişinin yalnızca dinlenildiğini değil, aynı zamanda iç dünyasının da fark edildiğini hissetmesiyle mümkündür. Bu da ancak samimi, dikkatli ve özenli bir iletişimle sağlanabilir.
Peki Anlaşılmayan İnsana Ne Olur?
-
Kendini aşırı açıklamaya çalışabilir.
Anlaşılmayan kişi, umudunu hemen yitirmez ve anlaşılmak çabasına girer. Kendisini farklı şekillerde anlatmaya çalışır. Karşısındaki kişinin anlayacağı frekansı yakalamaya çalışır. Ancak anlamak, istemekle başlar. -
İçine kapanabilir.
Uzun çabalar sonrası anlaşılmamak, kişide hayal kırıklığı yaratır. Bir yorgunluk söz konusudur. Ve artık ifade etmenin bir anlamı kalmadığına inanır. -
Öfke patlamaları yaşayabilir.
Uzun süreli anlaşılmamak, kişide bir duygu birikimine sebep olur. Biriken duygular, taşınamayacak raddeye geldiğinde ise boşalım bu şekilde sağlanabilir. -
Aşırı savunmaya geçebilir.
Kişinin duyarlılığı bu süreçte artar ve eleştirilere karşı hassasiyet gelişir. Çünkü devamlı olarak yanlış anlaşıldığını düşünür. -
Pasif agresif davranışlar sergileyebilir.
Anlaşılmadığını düşünen kişi sessizliği tercih ederek karşı tarafı cezalandırmak isteyebilir. -
Değersizlik hissi yaşayabilir.
Anlaşılmamak, kişide “Ben ve benim düşüncelerim değersiz.” hissi uyandırabilir. -
Duygusal kopukluk yaşayabilir.
Zaman içinde kişi duygularını bastırmayı tercih edebilir.
Özetle
Anlaşılmamak, bireyin temel psikolojik ihtiyaçlarından biri olan “görülme ve duyulma” isteğini sekteye uğrattığında, tepkiler savunma mekanizmalarıyla şekillenir. Bu kişiler çoğu zaman duygularını bastırmak, geri çekilmek ya da tersine yoğun duygusal tepkiler vermek arasında gidip gelir. Anlatmaya çalıştıkça yanlış anlaşıldıklarını düşünen birey, bir süre sonra “anlatmanın anlamı yok” düşüncesine sarılır ve iç dünyasına kapanabilir.
Bu durum, kişinin hem ilişkilerinde hem de benlik algısında yıpratıcı etkiler yaratır. Sürekli olarak kendini açıklamak zorunda kalmak ya da açıklamalarına rağmen hâlâ yanlış anlaşılmak; öfke, kırgınlık ve yalnızlık duygularını tetikleyebilir. Zamanla bu yalnızlık duygusu, bireyin kendisine dair inancını zedeleyerek “belki de değersizim” düşüncesi yaratabilir.
Bu yüzden anlaşılmayan insanların tepkileri sadece dışa değil, içe de yöneliktir: Sessizlik, uzaklaşma, aşırı açıklama çabası ya da duygusal patlamalar aslında aynı yerden beslenir; görülmek ve duyulmak isteği.