Hayatımızda bazen biriyle tanıştığımız anda ondan hoşlanır ya da tam tersine, hiçbir mantıklı sebep yokken ona karşı içten içe bir mesafe hissederiz. Bazı insanlar bize güven verir, bazılarıysa daha önce canımızı yakmış birini anımsattığı için huzursuzluk yaratır. İşte bu gibi durumların arkasında, psikodinamik kuramın temel kavramlarından olan aktarım (transference) ve karşı aktarım (countertransference) süreçleri yatıyor olabilir (Freud, 1912).
Aktarım Nedir?
Aktarım, kişinin geçmişteki önemli ilişkilerinden genellikle anne, baba ya da bakım veren figürlerden taşıdığı duyguların bugünkü ilişkilere yönelmesidir.
Mesela küçükken eleştirel bir babayla büyüyen biri, otorite figürleriyle karşılaştığında sürekli onaylanma ihtiyacı hissedebilir ya da eleştirilmeye karşı aşırı hassasiyet geliştirebilir. Bu kişi, patronunun sıradan bir geri bildirimini bile kişisel bir saldırı gibi algılayabilir. Oysa burada esas olan patron değil; geçmişteki baba figürüdür. Freud (1912), aktarımı “geçmişin bugüne sızması” olarak tanımlar. Aktarım sadece olumsuz duygularla sınırlı değildir. Bazen birine anlam veremediğimiz şekilde hayran olabilir ya da kısa sürede aşırı güven duyabiliriz. Bu da kişinin geçmişteki “iyi nesne” imgelerinin bugünkü kişilere yansıtılmasıdır (Ogden, 1994).
Karşı Aktarım Nedir?
Karşı aktarım ise terapistin veya daha geniş anlamda herhangi birimizin danışana (veya ilişki içindeki karşısındaki kişiye) karşı geliştirdiği bilinçdışı duygusal tepkilerdir.
Yani, biriyle karşılaştığımızda içimizde uyanan duygular yalnızca onun bize ne yaptığıyla ilgili değil, bizim içsel dünyamızla da ilişkilidir.
Örneğin, bir arkadaşınız size kendini sürekli çaresiz hissettiğini anlattığında sizde hemen “onu kurtarma” isteği doğuyorsa, belki de kendi geçmişinizde yardım edemediğiniz birine duyduğunuz suçluluk duygusu yeniden harekete geçmiştir.
Racker (1968), karşıaktarımı ikiye ayırır:
- Öğrenici karşı aktarım: Kişinin kendi duygularının farkına vararak ilişkiyi anlamada kullanması.
- Karıştırıcı karşı aktarım: Bu duyguların fark edilmeden ilişkiyi bozması.
Klinik ve Günlük Örneklerle Karşı Aktarım
Diyelim ki bir klinik psikolog, terapiye gelen danışanının sürekli olarak reddedilmekten korktuğunu ve bu nedenle ilişkilerde geri planda kaldığını fark eder. Seanslar sırasında terapist kendini, danışana “fazladan şefkat gösterme” veya onu “sürekli onaylama” ihtiyacı içinde bulur.
Bu noktada terapist bir durup düşünür. Bu farkındalıkla, kendi içsel tepkilerini anlar, yönetir ve bu duyguları terapiyi derinleştirmek için kullanır. Bu, öğrenici karşı aktarımdır çünkü kişi kendi duygularının farkındadır ve bunları yapıcı şekilde kullanır.
Bir başka örnekte, bir danışan seanslarda aşırı talepkâr ve duygusal olarak yoğun davranıyordur. Terapist, farkında olmadan danışandan uzaklaşmaya, randevularını ertelemeye ya da danışana karşı sabırsız davranmaya başlar.
Aslında bu tepkiler, danışanın davranışlarından çok, terapistin kendi geçmişinde sınırlarını zorlayan bir yakınına karşı hissettiği bastırılmış öfkenin yansımasıdır.
Terapist bu tepkinin nedenini fark etmez ve bunu ilişkiye yansıtırsa, danışanı anlamakta güçlük çeker ve ilişki zarar görebilir. Bu durum ise karıştırıcı karşı aktarıma örnektir: duygu fark edilmeden ilişkiyi bozar.
Günlük Hayatta Nerede Karşımıza Çıkar?
Aktarım ve karşıaktarım süreçleri sadece terapötik ilişkilerde değil, günlük ilişkilerde de sıkça karşımıza çıkar.
Örneğin:
- Bir partnerinize, çocukken sizi yalnız bırakan anneniz gibi davrandığınızda, ondan daha fazla ilgi ve bağlılık bekleyebilirsiniz.
- Bir arkadaşınız, sizin için “hep güçlü olması gereken” baba figürünü temsil ettiğinden, onun üzüntüsünü görmek sizi aşırı öfkelendirebilir.
- Bir öğretmenin öğrencisine karşı aşırı koruyucu davranması, bir danışmanın danışanına karşı sınırlarını aşarak sahiplenici bir tutum sergilemesi veya bir arkadaş ilişkisine anlam verilemeyen öfke ya da şefkat duyguları… Bunların hepsi aktarım ve karşıaktarım tepkileri olabilir (Gabbard, 2004).
Neden Önemlidir?
Bu süreçleri tanımak ve fark etmek, ilişkilerimizde daha sağlıklı sınırlar kurmamıza yardımcı olur. Özellikle terapi gibi profesyonel alanlarda bu farkındalık, terapötik ilişkinin niteliğini belirleyen en temel unsurlardan biridir. Ancak sadece terapistler değil, günlük ilişkilerde herkes bu bilinçle kendi duygusal tepkilerini sorgulayabilir.
“Bu kişiye neden böyle tepki verdim?” ya da “Bu öfke gerçekten ona mı ait, yoksa daha eski bir duygunun izini mi taşıyor?” gibi sorular, ilişkisel farkındalık açısından oldukça yol göstericidir.
Sonuç
Aktarım ve karşı aktarım, sadece terapi odasında değil, hayatın her alanında bizimle birliktedir. Bu kavramları anlamak, hem kendimizi hem de karşımızdakini daha derinlemesine tanımamıza olanak sağlar. Çünkü çoğu zaman, karşımızdakinde gördüğümüz şey aslında içimizde sakladığımız bir geçmiştir.