Ebeveynlik çoğu zaman bir görev gibi anlatılır: çocuğu büyütmek, yönlendirmek, “doğru insan” yapmaya çalışmak. Oysa ebeveynliğin en zor tarafı, çocuğu değil kendini yeniden tanımlamaktır. Bir çocuğa kim olacağını öğretmeye çalışırken, farkında olmadan kendi kimliğimizle yüzleşiriz. Sabır dediğimiz şey sınırlarımızı, sevgi dediğimiz şey kırılganlığımızı, öfke dediğimiz şey ise geçmiş yaralarımızı açığa çıkarır. Ebeveynlik sadece bir sorumluluk değil, aynı zamanda bir aynadır. Çocuğuna ne kadar rehberlik etmek istersen iste, o seni kelimelerinden çok davranışlarınla öğrenir. Bu yüzden ebeveynlikte en temel soru şudur:
“Ben kimim — ve çocuğuma gerçekten neyi aktarıyorum?”
Kimlik Öğretilmez, Yaşanır.
Birçok ebeveyn çocuğuna “kim olacağını”, “nasıl davranacağını”, “nasıl biri olması gerektiğini” öğretmeye çalışır. Fakat çocuklar sözcüklerle değil, gözlemle öğrenir. Senin nasıl yaşadığını, nasıl tepki verdiğini, hayal kırıklığında ne yaptığını izler. “Değerler” dediğin şeyleri, aslında senin davranışlarından okur. Psikolojide buna modelleme denir. Çocuk, ebeveyninin kendi kimliğiyle kurduğu ilişkiyi taklit eder. Kendini tanımayan, duygularını bastıran, sınırlarını bilmeyen bir ebeveyn, farkında olmadan aynı bulanıklığı çocuğuna aktarır. Bir çocuğun kimlik gelişimi, ebeveyninin kendi kimliğine ne kadar sahip çıktığıyla yakından ilişkilidir.
“Ben”ini Kaybeden Ebeveyn, “Biz”e de Zarar Verir.
Ebeveynlik, kimlik duygusunu genişletebilen bir süreç olduğu kadar bazen onu bulanıklaştırabilir. Birçok ebeveyn, çocuk doğduktan sonra kendi kimliğini rol kimlikleriyle — “anne”, “baba”, “eş”, “iyi ebeveyn” — karıştırır. Psikolojide buna rol yutulması denir. Kişi kendi öz benliğini, üstlendiği toplumsal role teslim eder; “ben kimim?” sorusu yerini “benden ne bekleniyor?” kaygısına bırakır. Zamanla kişi kendi sınırlarını, ihtiyaçlarını ve duygularını ayırt edemez hale gelir. Bu yalnızca yetişkini değil, çocuğu da etkiler.
Çocuk, kendine değil hayata bağlı bir ebeveyn ister. Kendini tanıyan, nefes alabilen, sınırlarını koruyabilen bir ebeveynin yanında büyüyen çocuk, “benim varlığım bir yük değil” duygusunu içselleştirir.
Kimlik Netliği, Benlik Güveninin Temelidir.
Erik Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre ebeveynin kimlik netliği, çocuğun benlik bütünlüğünün temelidir. Kimlik dağınıklığı yaşayan yetişkinler, farkında olmadan çocuklarının da benlik sınırlarını karıştırmasına neden olurlar.
Çocuk, ebeveynin tutumlarında “kendilik modeli” görür:
• Ebeveyn duygularını tanıyorsa, çocuk da duygularını adlandırmayı öğrenir.
• Ebeveyn kendini bastırıyorsa, çocuk da iç sesini susturmayı öğrenir.
Bir çocuk, kendini tanıyan bir ebeveynin yanında kim olabileceğini güvenle keşfeder. Kendini tanımayan, sürekli başkalarının onayına göre hareket eden bir ebeveyn ise farkında olmadan şu mesajı verir:
“Kendin olmak risklidir, başkalarının beklentisini karşılamak daha güvenlidir.”
Bu mesaj çocuğun iç dünyasında uyumlu ama yönsüz bir benlik yapısı yaratır. Yani dışarıdan “uslu” görünen çocuk, içten içe “ben kimim?” sorusuna yanıt bulamaz. Klinik psikoloji literatüründe buna dış referanslı kimlik gelişimi denir — birey kendi değerini dış onaydan türetir. Sonuçta, bir çocuğun benlik güveni, ebeveyninin benlik saygısı kadar sağlam olur.
Duygusal Dürüstlük, Sağlıklı Modelin Temelidir.
Ebeveynliğin en sessiz ama en güçlü dili, duygusal dürüstlüktür. Çocuğuna sürekli güçlü görünmeye çalışmak, ona “zayıflık utanılacak bir şeydir” mesajını verir. Oysa çocuğun duygusal güveni, ebeveynin her zaman güçlü olmasında değil; gerçek olmasında yatar. Üzüldüğünü, yorulduğunu, hata yaptığını dürüstçe paylaşabilen bir ebeveyn, çocuğuna duyguların tehdit değil, insan olmanın doğal bir parçası olduğunu öğretir. Modern psikolojide bu beceriye duygusal farkındalık modelleme denir: Çocuk, duygularını sözcüklerle değil, ebeveyninin onları nasıl yaşadığıyla öğrenir.
Bir çocuk, “Üzgünüm, bugün biraz sinirliydim.” diyen bir ebeveynden özür dilemeyi ve empatiyi öğrenir. Bastırılmış öfke değil, tanınmış öfke iyileştirir. Kimlik netliği, “Ne hissettiğimi biliyorum.” diyebilme cesaretidir.
Kendini Tanımak, Çocuğunu Tanımaktır.
Çocuğunla kurduğun ilişki, senin iç dünyanın aynası gibidir:
• Kendi duygularına mesafeliysen, onun duygularına da uzak kalırsın.
• Kendini yargılıyorsan, onu da kolayca yargılarsın.
• Kendine şefkat gösterebiliyorsan, ona da gösterebilirsin.
Çocuğuna değil, kendine dön. Çocuğuna kim olacağını öğretmeden önce, kendine dönüp şu soruyu sormak belki de en gerçek başlangıçtır:
“Ben kimim — ve bu çocuğa hangi hâlimle dokunuyorum?”
Çünkü çocuk, ebeveyninin ruh hâlini miras alır. Senin korkuların onun temkinliliğine, sabrın onun güvenine, özşefkatin onun iç sesine dönüşür. Kendini tanımak, yalnızca kendi yaşamını değil; ondan doğacak bütün hikâyeleri değiştirir.
Çocuğuna verebileceğin en değerli şey mükemmellik değil, kendini tanıyan bir insan örneğidir.


