Salı, Aralık 30, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Zihinsel Zincirleri Kırmak: Çaresizlikten Öğrenilmiş İyimserliğe Giden Yol

Psikoloji biliminin son yarım yüzyıldaki en çarpıcı keşiflerinden biri, insan zihninin zorluklar karşısında nasıl tepki verdiğine dair anlayışımızı kökten değiştirmiştir. 1967 yılında Martin Seligman ve Steven Maier’in laboratuvarlarında başlayan ve davranışçı paradigmayı sarsan “Öğrenilmiş Çaresizlik” çalışmaları, uzun yıllar boyunca depresyonun en güçlü açıklayıcı modellerinden biri olmuştur. Ancak bu hikayenin karanlık tarafı kadar, aydınlık tarafı da önemlidir: Çaresizlik öğrenilebiliyorsa (veya varsayılan bir durumsa), iyimserlik ve kontrol de öğrenilebilir. Bu makale, çaresizliğin mekanizmasını ve onun panzehri olan “Öğrenilmiş İyimserlik” (Learned Optimism) tekniğinin psikolojik ve nörobiyolojik temellerini incelemektedir.

Kötümserliğin Anatomisi: Yükleme Tarzları

Bir bireyin başarısızlık karşısında pes edip etmeyeceğini belirleyen temel faktör, travmatik olayın kendisi değil, bireyin bu olayı nasıl yorumladığıdır. 1978 yılında revize edilen teoriye göre, insanlar olumsuz olaylara karşı “nedensel yüklemeler” (causal attribution) yaparlar. Bu yüklemeler üç boyutta gerçekleşir: İçsel-Dışsal, Kalıcı-Geçici ve Genel-Özel.

“Kötümser Açıklama Tarzı”na sahip bireyler, karşılaştıkları zorlukları İçsel (“Ben yetersizim”), Kalıcı (“Bu hep böyle sürecek”) ve Genel (“Hayatımın her alanında başarısızım”) faktörlere bağlama eğilimindedirler. Atıf Kuramı çerçevesinde değerlendirilen bu durum, bireyin motivasyonunu kırar. Örneğin, matematikten başarısız olan bir öğrenci “Ben aptalım” derse, bu kalıcı ve içsel bir yargı olduğu için çalışmayı bırakır ve çaresizlik döngüsüne girer. Oysa “Bu sınava yeterince çalışmadım” diyen bir öğrenci, durumu geçici ve kontrol edilebilir (özel) bir faktöre bağladığı için telafi etme gücünü kendinde bulur. İşte “Öğrenilmiş İyimserlik”, olayları bu ikinci tarzda yorumlama becerisinin sistematik olarak kazanılmasıdır.

Çaresizliğin Panzehri: Abcde Modeli ile İyimserliği Öğrenmek

Martin Seligman, çaresizliğin tedavisinde ve önlenmesinde “Öğrenilmiş İyimserlik” kavramını öne sürer. Bu yaklaşım, sanılanın aksine “Poliannacılık” (kör bir pozitiflik) değildir; olayları daha objektif, geçici ve dışsal faktörlerle açıklama becerisidir. Seligman, bireylerin kendi kendilerine uygulayabileceği “ABCDE Modeli” ile Bilişsel Yeniden Yapılandırma sürecini hedefler:

  • A (Adversity/Zorluk): Karşılaşılan olumsuz durum objektif olarak tanımlanır (Örn: İş görüşmesi reddedildi).

  • B (Belief/İnanç): Olay anında zihinden geçen otomatik kötümser düşünceler yakalanır (“Yetersizim, asla iş bulamayacağım”).

  • C (Consequence/Sonuç): Bu inancın yarattığı duygusal çöküş ve pasiflik fark edilir.

  • D (Disputation/Tartışma): Sürecin en kritik adımıdır. Kişi, kendi kötümser inancına karşı bir avukat gibi kanıtlar sunar. “Bu sadece bir görüşmeydi (Özel), firma farklı bir profil arıyor olabilir (Dışsal/Geçici)” diyerek inançlarını çürütür.

  • E (Energization/Enerji): Tartışma sonucu ortaya çıkan rahatlama ve yeniden deneme gücüdür.

Bu model, Bilişsel Davranışçı Terapi’nin (BDT) temel prensipleriyle örtüşür ve kişinin “yükleme tarzlarını” değiştirerek depresyona karşı bir kalkan oluşturmasını sağlar.

Nörobiyolojik Revizyon: Kontrolü Öğrenmek

Uzun yıllar çaresizliğin “öğrenilen” bir süreç olduğu düşünülse de, 2016 yılında yapılan nörobilimsel revizyon, teoriyi daha da güçlendirmiştir. Yeni bulgulara göre pasiflik ve çaresizlik, beynin travma karşısında verdiği varsayılan (default) tepkidir ve beyin sapındaki Dorsal Raphe Çekirdeği (DRN) tarafından yönetilir. Asıl “öğrenilen” şey çaresizlik değil, “kontroldür”.

Organizma, davranışlarının sonucu değiştirdiğini fark ettiğinde (örneğin ABCDE modeli ile düşüncelerini yönettiğinde), beynin ön bölgesindeki Ventromedial Prefrontal Korteks (vmPFC) aktive olur. vmPFC, beyin sapındaki pasiflik merkezini baskılayarak (inhibit ederek) kişinin harekete geçmesini sağlar. Bu bulgu, iyimserliğin ve kontrol algısının sadece psikolojik bir telkin değil, beynin nöral yollarını değiştiren ve Nöroplastisite kapasitesini kullanan (vmPFC-DRN bağlantısını güçlendiren) biyolojik bir eğitim olduğunu kanıtlar.

Sonuç: Kültürel Zincirleri Kırmak ve Gelecek

İyimserlik eğitimi sadece klinik bir müdahale değil, aynı zamanda gelişimsel bir zorunluluktur. Erken yaşta “ustalık/yetkinlik” (mastery) deneyimleri yaşayan, yani zorlukları kendi çabasıyla aşmasına izin verilen çocuklar, ileriki yaşlarda travmalara karşı biyolojik ve psikolojik bağışıklık kazanırlar.

Türkiye gibi toplumsal dinamiklerin yoğun olduğu coğrafyalarda, Doğan Cüceloğlu’nun tabiriyle “Öğrenilmiş Cehalet” ve kültürel kalıplar (“Böyle gelmiş böyle gider”), bireyleri pasifliğe itebilmektedir. Sirk filleri metaforunda olduğu gibi, bireyler zincirleri koparabilecek güce sahip olsalar bile, geçmişteki başarısızlık inançları nedeniyle denemekten vazgeçebilirler. Ancak bilimsel veriler göstermektedir ki; kontrol algısını güçlendirmek, olayları geçici ve özel olarak yorumlamak ve vmPFC’nin “kontrol devrelerini” çalıştırmak mümkündür. İyimserlik, doğuştan gelen bir mizaç özelliği değil, sabırla inşa edilen bir beceridir ve insan potansiyelinin önündeki en büyük engel olan “çaresizlik yanılsamasını” yıkmanın en güçlü yoludur.

Bilge Barlık
Bilge Barlık
Bilge Barlık, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü son sınıf öğrencisidir. Sanat terapisi eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamlayan Barlık, mesleki eğitimlerini sürdürmektedir. Psikolojik iyi oluşu destekleyen yaratıcı ve imgesel anlatımlarla sanat atölyeleri düzenlemiş ve düzenlemeye devam etmektedir. Psychology Times dergisinde, sanat terapisi ve psikolojik iyi oluş hallerine imgesel bir bakış açısıyla kaleme aldığı yazılar odak noktasını oluşturmaktadır. Sanat terapisi çalışmalarını dijital platformlarda paylaşarak sanatı geniş bir kitleyle buluşturmayı amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar