Bazen öyle sohbetler vardır ki çok uzun sürmez, derinlemesine analiz yapılmaz, ama ardında şaşırtıcı, huzur dolu bir duygu bırakır. Bir arkadaş, başka bir arkadaşına başından geçenleri anlatır. Bazen göz göze gelinir, bazen kahkahalar havada uçuşur… Ama en çok da “seni anlıyorum” hissi yayılır aralarında. Sohbetin asıl gücü belki de burada yatar: sözden çok ses tonunda, içerikten çok o anda kurulan duygusal yakınlıkta.
Bu yazımda, uzun zamandır buluşamadığım arkadaşım Nazik ile buluşmamızın bende yarattığı etkiden yola çıkarak, dostlar arasında kurulan içten diyalogların psikolojik etkilerini, Anlatı Terapisi ve Koşulsuz Kabul İlkesi üzerinden bu görünmeyen terapötik süreci aktarmaya çalışacağım.
Koşulsuz Kabulün Gücü
İnsan gelişmek, iyileşmek, kendini gerçekleştirmek ister. Ama bu ancak yargılanmadan, olduğu gibi kabul edildiğinde mümkündür. Bireyin gelişebilmesi için, içinde bulunduğu çevrenin onu yargılamadan, koşulsuz kabul gördüğü bir ortam gerekir. Bu kabul, kişinin kendine yeniden şefkatle bakmasına alan açar.
Carl Rogers’ın koşulsuz kabul ilkesinde; danışanı yönlendirmemekle ve her ifadesini onaylamamakla birlikte, danışanın ne söylediğine veya yaptığına bakmaksızın danışana tam destek vermeyi ve kabul göstermeyi, kendisine ait duygu ve düşüncelere sahip olma hakkı vermek gerektiğini savunulur. Rogers, insanların koşulsuz olumlu ilgi sağlayan bir çevre tarafından desteklendiğinde, potansiyellerinin tamamını gerçekleştirmeye yönelik doğal bir eğilime sahip olduğuna inanır.
Dost sohbetlerinde “koşulsuz kabul” kavramı, insan doğasının iyileştirici yanına dokunması ve her bireyin içinde doğuştan gelen kendini gerçekleştirme eğilimine dokunması nedeniyle ete kemiğe bürünür.
Anlatı Terapisi ve Sohbetin Dönüştürücü Yönü
Sohbet esnasında yaşanılan olumlu hisler, arkadaşlar arasında sıkça rastlanan duygusal karşılaşmalardır ve kişiyi sadece rahatlatmakla kalmaz, aynı zamanda kişinin benliğini yeniden anlamlandırmasını sağlarlar. Bir insanın kendine dönmesi, bir başkasının ona yargısızca eşlik etmesiyle de mümkün olabilir.
M. White ve D. Epston’un anlatı terapisi kuramındaki gibi; kişinin hayat hikâyesini, kişisel değerler ve bu değerlerle ilişkili becerilerini anlatmaları yoluyla farkındalıklarını yeniden kazanma dost sohbetlerinde canlanabilir.
Her birimiz, bizi daraltan, kısıtlayan hatta içinden çıkamadığımızı düşündüğümüz yaşantılarımızı bir anlatı hâline getirerek anlamlandırırız. Ki bu duygular zaman zaman kendimiz hakkında olumsuz fikirleri benimsememize de neden olabilir “ben başarısız biriyim”, “ben yeteneksizim” gibi.
Anlatı terapisi sayesinde, kendimiz hakkındaki baskın yargıları dışa vurmamız, sorun haline getirdiğimiz yargılarımız ve gerçek kimliğimiz ve becerilerimiz arasındaki uyumsuzluğu fark ederiz. Bu farkındalık, psikolojik açıdan sadece rahatlatıcı değil, aynı zamanda öğreticidir.
Kişi, kendi hikâyesine uzaktan bakmayı öğrenir. Eski anlatılar, sohbet içerisinde alınan tepkiler sayesinde yeni bakışlarla şekil değiştirir. Bu yeniden çerçeveleme süreci, bireyin benlik algısını sarsıcı ama sağaltıcı bir biçimde dönüştürür ve bazen, kendisine daha merhametli bir gözle bakmaya başlar.
Sohbet İçinde Yeniden Çerçeveleme Örneği
Örneğin arkadaşlardan biri, hayatıyla ilgili kendini suçlayan bir dille konuşuyor.
Diğeri ise: “Yani o da sana hiç alan bırakmamış… Seninle ilgilenmek yerine kendi sorunlarına gömülmüş.”
Bu yorum, anlatanın yaşadığı deneyimi yeniden çerçevelendirebilir. Yani, kişinin kendi hakkında duygu, düşünce ve yargılamalarını yeniden şekillendirebilir. Böylece arkadaşlar farkında olmadan birbirinin ruhuna dokunur.
Tanıklık ve Psikolojik Dayanışma
Anlatı terapisinin bir başka güçlü yönü de tanıklık kavramıdır. İnsan, yaşadıklarının başkalarınca duyulduğunu, anlaşıldığını hissettiğinde iyileşmeye başlar. Dostlar arasında bu tanıklık çoğu zaman göz kontağıyla, baş sallamayla ya da “İnan bana, seni anlıyorum” demeyle ortaya çıkar.
Yaşam öyküsüne başkalarının tanık olması, kişinin deneyimini meşrulaştırır. Bu da anlatanın hissettiği olumsuz duygularla baş etmesini kolaylaştırır.
Sohbetin Toplumsal ve Bireysel Katkıları
Sohbetin iyileştirici yönü yalnızca bireyde değil, toplumsal dinamiklerde de karşılık bulur. Sohbet sırasında kişi yalnızca kendini ifade etmez; diğerini dinlemek, anlamak, rahatlatmak, konuyu yumuşatmak, ortamı ısıtmak gibi görevleri de üstlenir. Bu görünmeyen emek, dost sohbetlerini hem kişisel bir şifa bulma hem de kolektif bir farkındalık biçimine dönüştürür.
Sonuç: Görünmeyen Terapötik Süreç
Bu yazım; dost sohbetlerinde işleyen güçlü psikolojik etkileşim süreçleri, bu sohbetlerin sıcaklığının iyileştirici etkisi, koşulsuz kabul ilkesi ve anlatı terapisinin kişiyi dönüştürme gücünün aslında görünmeyen bilişsel farkındalık yaratarak terapi imkânı sunduğunu, bu etkileşimin değerini hem kuramsal hem insani bir pencereden görünür kılma çabasıdır.