Bu yazı, esasen eğitimcilere yönelik olmakla birlikte, unutulmamalıdır ki aileler de çocukların ilk ve en etkili öğretmenleridir. Bu nedenle hem öğretmenlerin hem de ebeveynlerin bu perspektiften değerlendirme yapması büyük önem taşır. Hepimiz, sözümüzü dinleyen, bizi anlayan, bizimle aynı pencereden hayata bakan çocuklara sahip olmayı arzularız. Oysa gerçeklik şudur ki, her birey yaşadığı deneyimlerle şekillenen farklı bir bakış açısına, yani farklı bir “gözlüğe” sahiptir. Bu nedenle ideal olan; çocuklarımızın bizim gözlüklerimizi takmalarını beklemektense, bizlerin de zaman zaman onların gözlüklerini takmayı öğrenmesidir. Karşılıklı anlayışın ve empatik iletişimin temeli de burada atılmaktadır.
1. Gözlükleri Değiştirebilmek: Empatik Yaklaşımın Temel Taşı
Çocuklarla veya öğrencilerle kurduğumuz iletişimde cezalandırıcı değil, anlayış temelli bir yaklaşım geliştirmek gerekir. Özellikle bizimle aynı düşüncede olmayan çocuklara doğrudan müdahale etmek yerine, onları bu düşünceye yönlendiren nedenleri anlamaya çalışmak; duygularını ve davranışlarının ardındaki ihtiyaçları keşfetmek pozitif disiplinin özüdür.
Disiplinin amacı; itaat değil, içsel motivasyonla sorumluluk kazandırmaktır. Bu noktada “ceza” değil, “öğretici rehberlik” ön plana çıkmalıdır. Kendi düşüncelerimizi aktarırken de yalnızca otoritemizi değil, yaşantılarımızdan gelen gerekçeleri paylaşmak faydalı olur.
Örneğin, “Bu davranışı onaylamıyorum çünkü benzer bir durumda şu olumsuzlukları yaşadım ve seni korumak istiyorum” gibi ifadeler, çocuğun bizi anlamasına yardımcı olabilir. Böylece iletişim yalnızca yukarıdan aşağıya değil, karşılıklı ve dönüştürücü bir süreç haline gelir.
2. Etiketleme Yerine Güçlendirme: Bireysel Potansiyeli Açığa Çıkarmak
Eğitimde en yaygın hatalardan biri, çocukları belirli sıfatlarla tanımlayarak onların gelişimini sınırlandırmaktır. “O zaten yapamaz”, “O matematikte kötü” gibi etiketler, çocukları öğrenilmiş çaresizlik duygusuna sürükler. Bu tür söylemler yalnızca öğrencinin özgüvenini zedelemekle kalmaz, aynı zamanda potansiyel gelişim alanlarını da köreltir.
Unutulmamalıdır ki, çocuklar söylediklerimizden çok, davranışlarımızı model alırlar. Uzun nasihatlerden ziyade, örnek davranışlar kalıcı öğrenmelerin temelidir. Bu sebeple öğretmenlerin ve ebeveynlerin en temel görevi, yalnızca sözle değil, davranışla da rol model olmaktır.
Ayrıca çocukların küçük çabalarını bile takdir etmek, gelişimlerini cesaretlendirir. “Bugün derste daha çok katıldığını fark ettim”, “Bu ödevini geçen haftaya göre daha dikkatli yapmışsın” gibi yapıcı geri bildirimler, çocukta fark edilme ve önemsenme duygusunu besler. Bu tutum, davranışsal değişimin temel yapı taşlarındandır. Çünkü takdir edilen davranış, tekrarlanır.
Ayrıca çocukların kendi güçlü yönlerini fark etmeleri için fırsatlar yaratmak da önemlidir. Her çocuk akademik başarıyla parlamayabilir ama sanatta, sporda, müzikte ya da sosyal ilişkilerde güçlü olabilir. Pozitif disiplin bu yönleri keşfetmeye ve geliştirmeye alan tanır.
3. Netlik ve Merhamet Dengesi: Sınırlarla Gelen Güven
Sağlıklı bir disiplin anlayışı, net sınırlar ve şefkatli bir tutumun bir arada yürütülmesini gerektirir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde üçüncü sırada yer alan “ait olma ve sevgi ihtiyacı”, özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde belirleyici bir rol oynar. Sevildiğini ve değer verildiğini hisseden bir çocuk, içsel güven geliştirir ve öğrenmeye daha açık hale gelir.
Disiplini sağlarken kararlı ve tutarlı olmak elbette önemlidir; ancak bu sürecin sevgiden yoksun bir zemine oturması çocuğu yalnızlaştırabilir. Akademik başarısızlıklar, sosyal zorluklar ya da duygusal iniş çıkışlar yaşayan çocuklara destek olmak yalnızca maddi kaynak sağlamakla değil, çocuk gelişimi açısından duygusal dayanışma göstermekle mümkündür.
Bazen çocuklar bir problem yaşadıklarında çözümden çok bir dinleyiciye ihtiyaç duyarlar. Öğrencinin göz hizasına inip sadece “Anlatmak ister misin?” demek bile çoğu zaman güçlü bir başlangıç olur. Çünkü pozitif disiplinin temelinde, çocukla kurulan bağ yer alır.
Sınır koymak, çocukları kısıtlamak değil, onlara yön göstermek anlamına gelir. Bir çocuğun kendi sınırlarını öğrenmesi, ileride karşılaştığı zorluklarda sağlıklı seçimler yapmasına yardımcı olur.
Sonuç: Anlayış, Birlikte Yürüyebilmektir
Her çocuk, bir potansiyelin taşıyıcısıdır. Bu potansiyeli ortaya çıkarmanın yolu ise; yargılamaktan değil, dinlemekten geçer. Çocuklara eşlik etmek; onların yolunu çizmek değil, yürürken yanında olmaktır. Bu anlayışla, sadece bireyler değil, toplumlar da daha sağlıklı gelişir.
Pozitif disiplin, yalnızca kuralların uygulanması değil; bireyin kendini değerli, anlaşılmış ve güvende hissetmesini sağlamaktır. Bu anlayış hem sınıf içinde hem de ev ortamında sürdürülebilir bir öğrenme iklimi oluşturur. Unutulmamalıdır ki; biz birbirimizi ne kadar anlayabilirsek, o kadar güçlü bir “biz” olabiliriz. Ve biz olabildiğimiz kadar da başarılı…