Perşembe, Ekim 30, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kırık Kalpler Durağında Kaygılı Biri

Aşk, dünyaya başka bir pencereden bakmak gibidir; algımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi değiştirir.
İnsanı hayata bağlayan, ayaklarını yerden kesen mucizevi bir büyü olarak tanımlanır adeta.
Ucu bucağı olmayan, ruhumuzdan taşan, bedenlerimizi saran tarifsiz bir duygudur.
Bu tutkulu hissi herkes kendi özgün biçiminde yaşasa da, üzerimizde bıraktığı etkiler çoğu zaman benzerlik gösterir.
Kendimizi hayata karşı daha cesur adımlar atarken, hatta bazen asla yapmam dediğimiz şeyleri yaparken bulabiliriz.
Ancak aynı zamanda hiç olmadığımız kadar kırılgan ve savunmasız da hissederiz.
Kurduğumuz bu yoğun duygusal bağ, bizi bulutların üzerine çıkaran bir rüya iken, kalbimizin paramparça olmasının asıl sebebi haline gelebilir.

İnandığımız, fazlasıyla bağlandığımız birini kaybetmek ya da onun tarafından hayal kırıklığına uğratılmak, buz kesen bir havada çırılçıplak kalmak gibidir.
Vücudumuzdaki kimyasal denge bozulur, duygularımız karmakarışık bir hâl alır.
Birey, yaşadığı travmanın ardından depresyon, obsesyon, anksiyete bozuklukları ve kendine yabancılaşma gibi psikolojik rahatsızlıklara maruz kalabilir.
Özellikle kaygılı bağlanma stiline sahip bireylerde, yanlış kişiyle kurulan romantik ilişkiler yoğun bir içsel yıkıma sebep olabilir.

Kaygılı Bağlanmanın Psikolojisi

Kaygılı bağlanan bireyler, duygusal ilişkilerini terk edilme korkusunun gölgesinde, partnerlerinin ilgisine aşırı duyarlılık göstererek yaşarlar.
Kaygı, ilişkinin en başından itibaren ortaya çıkar; her şey yolunda gibi görünse dahi kişi, karşısındakini kaybedeceğine veya bir şeylerin ters gideceğine dair yoğun bir endişe duyar.
İlişki kurduğu kişiden beklediği tepkiyi alamadığında veya arzuladığı davranışı göremediğinde, yüksek düzeyde anksiyete ile karşılaşabilir.

Kaygılı bağlanma sistemi, oldukça hassas bir mekanizmadır.
Bu nedenle partner seçimleri ve bağlanma stilinin farkında olmak kritik bir rol oynar.
Kişi, kendi ihtiyaçlarına ve beklentilerine duyarsız birine bağlılık gösterdiğinde, aynı ilişki döngüleri içinde sıkışabilir ve duygusal tükenmişlik yaşayabilir.

“Mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz, sevgiyle bağlandığımız nesnenin niteliğine bağlıdır yalnızca.”
(Baruch Spinoza, Ethica, 1677)

Çocukluk İzleri ve Yetişkinlikteki Etkileri

Bağlanma sistemi hassas olan bireyler, aşkı kaygı ve belirsizlik ile iç içe yaşar.
Bu durum kaygılı birey için çoğu zaman normal gelebilir.
Çocuklukta aileden alınan belirsiz duygusal geri bildirimler, tutarsız ebeveyn davranışları; yetişkinlikte bireyin yakınlık ve uzaklık arasındaki çelişkili sinyalleri tanıdık bulmasına neden olur.
Sonuç olarak kaygılı bireyler, ruhsal temastan kaçan, kararsız tutumlar sergileyen ve belirsiz davranışlarda bulunan kişilere çekilme eğiliminde olurlar.

Duygusal yakınlıkla baş edemeyen bireylerin, ilişkide yoğun ilgi ve güven arayışında olan kişilerle eşleşmesi sık görülen bir durum olsa da, bu birliktelikler psikolojik olarak yıpratıcı sonuçlar doğurabilir.
Kaygılı kişi, sevgisiyle karşısındaki bireyi ilişkiye bağlayabileceğini ve onu değiştirebileceğini umut etse de; kaçıngan kişiyi asıl uzaklaştıran şeyin bu yoğun ilgi olduğunu fark edemeyebilir.

Birey, yaşamının merkezine partnerini — eski sevgilisini, flört ettiği kişiyi ya da eşini — yerleştirdiğinde, kendi benliğini geri planda bırakma eğiliminde olur.
Arzu ettiği ilgiyi görebilmek için duygusal manipülasyon uygulamak veya dürtüsel davranışlarda bulunmak gibi yöntemlere başvurabilir.
Bunlar genellikle kıskandırma ya da dikkat çekme çabaları olarak kendini gösterir.
Bağlanma mekanizması hassas olan bireylerin yaşamları, partnerlerinin onayı ve ilgisi olduğu sürece huzurlu bir şekilde sürerken; umursamaz ya da belirsiz bir tavırla karşılaştıklarında kendilerini mutsuz, değersiz hissedebilirler.

Bağlanma Stilini Tanımak ve Özfarkındalık

İlişkilerinde onay ve yakınlık ihtiyacı yüksek olan bireyler için, kendi bağlanma stilini tanımak ve karşısındaki kişiyi doğru analiz edebilmek hayati önem taşır.
Kişi önce kendi ihtiyaç ve isteklerinin farkında olmalı, ardından da paylaşımda bulunduğu kişinin bu gereksinimleri karşılayabilecek potansiyelde olup olmadığından emin olmalıdır.

Geçmiş ilişkilerden çıkarımlar yapmak, bağlanma sürecinde ortaya çıkan duygu ve davranışları gözlemlemek, özfarkındalık gelişimini destekler.
Bu farkındalık, hem duygusal dengeyi korumaya hem de tekrarlayan ilişki döngülerini fark etmeye yardımcı olur.

Aşkı bizi anlayan ve gören biriyle yaşamak bu duyguyu özel kılar.
Özellikle kaygılı bireylerin romantik ilişkilerde; şüphe ve endişelerine karşı duyarlı, duygusal olarak ulaşılabilir partner seçimleri yapmaları önemlidir.
Güvenli bağ kurabilen bireyler his ve düşüncelerini açıkça ifade eder, hem partnerinin hem de kendisinin ihtiyaçlarına önem gösterirler.
Ruhsal yakınlıktan korkmazlar, sevgilerini göstermekten çekinmezler.
Kaygılı bireyin aklındaki soru işaretlerini yanıtlayabilir, duygu ve düşüncelerine empatik yaklaşabilirler.
Bu eşleşmede duygusal olarak dengeli birey, ilişkinin istikrarını sağlayabilir.

“Aşk, birbirine bakmak değil; birlikte aynı yöne bakmaktır.”
(Antoine de Saint-Exupéry, Terre des Hommes, 1968)

Sağlıklı İlişkinin Temeli: Duygusal Olgunluk ve Empati

Sağlıklı bir ilişkinin sırrı yalnızca uyumlu partner seçimi değildir.
Kişinin mental olarak duygusal bir bağ kurmaya hazır olması, fikirlerini ve isteklerini açıkça dile getirebilmesi, ilişkide varlık gösterebilmesi, empatik yaklaşım sergileyebilmesi, saygılı ve düşünceli davranabilmesi gibi birçok kriterin birleşimi önemlidir.

Bireyin gerekli noktalarda içgözlem yapabilmesi, özfarkındalık kazanmasını ve kendisini daha net ifade edebilmesini sağlar.
Duygusal boşlukları, ihtiyaçları ve travmaları paylaşabilmek, güvenli bir bağ kurmada büyük rol oynar.
Sevilmek için eksik ya da yaralı yönlerimizi saklamamız gerekmez; çünkü her parçamız varlığımızın bütünlüğünü oluşturur.

Kaygılı bağlanma stilinin ardında, çocukluk döneminde yaşanan duygusal ihmal, tutarsızlık, travmatik ilişki deneyimleri ve özdeğer eksikliği gibi birçok neden vardır.
Kişi, kendi özüne gösteremediği şefkat ve sevgiyi ötekinden bekleme eğilimindedir.
İçsel iyileşme zaman alabilir; ancak özfarkındalık kazanmak bu sürecin ilk adımıdır.
Kendini tanımak ve buna uygun partner seçimi yapmak, kurulan bağların daha güçlü ve sağlıklı olmasını sağlarken, bireyi zehirli ilişki döngülerinden korur.

Sonuç: Aşkın Dönüştürücü Gücü

Aşk, insanın hayatını baştan uca saran, hem en dibi hem de en tepeyi yaşatan bir duygudur.
Ancak bu yolculukta önemli olan, yola kim olarak ve kiminle çıktığımızdır.
Çünkü yönümüzü belirleyen yalnızca karşımızdaki kişi değil; aynı zamanda kendimizi ne kadar tanıdığımızdır.

Kaygılı bireyler için aşk, yalnızca bir başkasına bağlanma biçimi değil, kendini yeniden tanıma sürecidir.
Başkası tarafından sevilmeyi beklerken, aslında içlerindeki sevgiyi bulmayı öğrenirler.
Ve belki de “kırık kalpler durağı”, insanın kendiyle yeniden karşılaştığı, kendini şefkatle sarmayı öğrendiği yerdir.

Aydan Ece Semerci
Aydan Ece Semerci
Aydan Ece Semerci, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji bölümü üçüncü sınıf öğrencisidir. American Psychological Association tarafından verilen sertifikalarla bilgisini güçlendirirken, öğrendiklerini hayatın içinden deneyimlemeye önem vermiştir. Şu anda İlkem Psikoloji isimli klinikte stajyer olarak çalışmakta; danışan gözlemleri ve klinik süreçlerde edindiği tecrübelerle kariyerinde ilerlemeye devam etmektedir. İlişkiler, ruh sağlığı, toplumsal algılar, toplumun dayattığı kalıplar, kadın hakları, insanların hayatlarını şekillendiren varoluşsal krizler – içsel çatışmalar hakkında araştırmalar ve yazılar yazmaktadır. Psychology Times dergisi aracılığıyla sesini geniş kitlelere duyurmayı, hem bireyin iç dünyasına hem de toplum yapısına dikkat çekerek insanlarda farkındalık ve yeni bakış açıları oluşturmayı amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar