Karadut meyvesini bilir misiniz? Lezzetlidir lezzetli olmasına ama kıyafetlere öyle bir leke bırakır ki, neredeyse hiçbir şey o lekeyi çıkaramaz, tek bir şey hariç; karadutun yaprağı!
Şimdi ben bir psikolog olarak neden size meyveden bahsediyorum derseniz, karadutun kendisinden yola çıkarak şöyle bir çıkarımda bulunmak istediğim için; insan da yaralandığı yerden şifalanır dostlar. Şifamızı uzaklarda aramaya gerek yoktur, bizim devamız bir başkasının ellerinde değildir, biz de olmayan, bizden olmayan hiçbir hâl, bizi şifalandıramaz.
Carl Gustav Jung ve Yaralı Şifacı Arketipi
Bu noktada Carl Gustav Jung’un “yaralı şifacı” arketipinden bahsetmek istiyorum. Jung insanı bir bütün olarak ele alırken, insanın gölgeleri olduğunu söyler. Her insanda aydınlık ve karanlık tarafların olduğunu, karanlığımızla barışmadan aydınlığa tam manasıyla kavuşamayacağımızı ekler. Aydınlık ve karanlık dediğimiz nedir peki? Aydınlık, özümüzle buluştuğumuz yerdir. Kendimiz olabildiğimiz, toplumsal yargılardan, kalıplardan özgürleşebildiğimiz, otantikliğimizi, spontanlığımızı ortaya koyabildiğimiz yerdir. Yani, bir hayatı yaşarken, korkular ve kaygılar, toplumsal kalıplar ve yargıların yönetiminde olmadan, uyum sağlamak uğruna kendimizi unutmadan, kendi rengimizi ortaya koyabildiğimiz yer, aydınlığımızdır.
İnsan Deneyimi ve Yaralar
Fakat insanız, buraya bilerek gelmedik, burası bir öğrenme yeri ve hem kendimizi hem de dünyayı öğrenerek deneyimliyoruz. Yalnız burada bir ayrıntı var, dünyayı “nasıl” deneyimlediğimiz… Başımıza gelenleri nasıl yorumlarsak, deneyimimizi öyle şekillendiriyoruz değil mi?
Mesela, diyelim ki yara aldık. Canımız yandı, bir kor düştü yüreğimize, incindik, kırıldık. Tam bu noktada ne yapacağız? Bizi kıranlardan intikam mı alacağız, bir köşede oturup ağlayacak mıyız, kırgınlığı kızgınlığa dönüştürüp öfkeli biri mi olacağız, yoksa ne talihsiz olduğumuzu düşünüp kurban rolüne mi bürüneceğiz? Belki birileri bize acır diye şefkat mi dileyeceğiz? Kimse bizi ezemesin bir daha diye güç gösterileri mi yapacağız? Tanrıya, hayata, evrene küsecek miyiz?
Yaradan Anlam Çıkarmak
Yoksa burada bir anlam mı aramaya başlayacağız? Bu neden benim başıma geldi sorusu yerine, bu deneyim bana ne öğretmeye çalışıyor, diyebilecek miyiz? Kırılan yerlerimize bakma cesareti gösterip, kendimize şefkatle yaklaşarak, bizim başımıza gelen bir başkasının başına gelmesin diyerek hareket mi edeceğiz? Yani bu kırılma deneyiminden ne doğacak, buna karar vereceğiz. Buradan kendimize ve başkalarına şefkat, merhamet, empati, anlayış, kavrayış mı doğacak, yoksa nefret, kaos, kompleks mi çıkacak?
Yaralı Şifacı ve Bilgelik
Hiç yara almamış biri şifacı olabilir mi? Bir insan mutsuzluk ile tanışmadıysa, mutlu etmek için çaba sarf eder mi? Acı çekmeyen biri, bilge olabilir mi? Kederi görmemiş biri kahkahanın kıymetini bilebilir mi?
En iyi şifacı yaralı şifacıdır, der, Jung.
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan, der, Shakespeare.
Yara, ışığın sızdığı yerdir, der, Mevlana.
Karadutun Yaprağı: Kendi Şifamız
Yaralandık mı dostlar, biz bir karadut meyvesiydik ve bizi ezdiler mi? Öyleyse kendi yaprağımızla temizleyeceğiz lekelerimizi. Yaralandığımız yerleri ışığın sızdığı yerler olarak göreceğiz. Yaralarımız, bizi kendimize yakınlaştıran deneyimler olacak. Yara almamak için direnç göstermeyeceğiz artık. Bileceğiz ki, insanı en çok o direnç yorar. Güçlü olduğumuzu hissetmeyeceğiz, bileceğiz. Gücümüz, hiç yara almamaktan değil, yaraları şifalandırabilme gücümüzden gelecek.
Kırıldıysak, kırana, kırdırana küsmeyeceğiz. Şurayı idrake geçeceğiz evvela; hala kırılıyorsak gönül evimizin tuğlaları pekişmemiş demektir. Hala kızıyorsak kendimizle kavgamız bitmemiş demektir. Yaralarımız bizim en değerli süslerimiz, hakikatimizdir.
“Ey güzel sevgilim,
Beni yaralarımdan öp,
Seni bir kez daha seveyim”