Her insan dünyaya sessizliğin içinden gelir, sonrasında ilk nefesiyle beraber ağlar. Bu çığlık sadece yaşamın başladığını değil, insanın var olmasından beri süregelen duyulma ihtiyacının da ilk kanıtıdır.
Dünyaya gelen her bir bebek, anne karnından çıktığı ilk anda ağlar. Bunun görünürdeki sebebi solunumu başlatmaktır. Bir refleks olarak gelişir ve her bireyin sinir sistemine çoktan kodlanmıştır. Ama aynı zamanda bu, evrimsel bir hikâyenin de başlangıç noktasıdır. Milyonlarca yıl süren doğal seçilim sonucu, “ağlayan canlıların” ebeveynleri tarafından daha çok ilgi gördüğü ve bu sayede hayatta kalabildiği gözlemlenmiştir. “Ağlama” davranışı bize en başında hayatta kalmak için verilen bir mirastır. Hiçbir bebek ilk ağladığında ilgi verilsin diye ağlamaz fakat insanlığın uzun tarihi boyunca ağlayanlar duyulmuş, duyulanlar da ağlamıştır.
Bağlanmanın İlk Sesi: Ağlama
Attığımız ilk çığlık, sadece yaşamın başladığını değil aynı zamanda bağlanmanın da işaretidir. Bowlby’nin bağlanma kuramına göre ağlamak, bakım verenin ilgisini çekmek için verilen içgüdüsel bir sinyaldir. Bu sinyal yalnızca hayatta kalma ihtiyacı değil, aynı zamanda bağlanma isteğinin de temelini atar.
Yıllar boyu insanoğlunun en etkili hayatta kalma stratejilerinden birisi haline gelmiştir, ama altında daha derin bir anlam yatıyor olabilir: ağlama aynı zamanda “yalnız değilim” mesajıdır, beraber hissetme ihtiyacıdır.
Bebek ağladığında biri gelir ve kucağına alırsa, yalnızca fiziksel değil, duygusal bir bağ da kurulmuş olur. Bu sessiz duygusal temas, ileride kurulacak olan bütün ilişkilerin sessiz temeli haline gelir diyor Bowlby.
İlk Güven Deneyimi ve Duyulmak
Farklı kuramcılar bu konuyu değişik açılardan ele almıştır. Erikson, insan gelişimini anlatırken “güven” kavramını başa koyar. Hayatın ilk aşamasında bebek ağladığında birisi geliyor mu, yoksa sessizlik içinde mi bekliyor?
Erikson’a göre yenidoğanların yaşadığı bu deneyim, bireyin dünyaya olan temel inancını yapılandırır. Eğer bebek ağladığında birisi gelir, çığlığı duyulursa bebek dünyayı güvenilir bir yer olarak görür: insanların ulaşılabilir ve ihtiyaçlarının da karşılanabildiği bir alan. Ama kimse ağlamasına karşılık vermezse, dünya uzak ve yabancı bir yer haline gelir. Bu erken deneyim, ileriki hayat aşamalarında ilişkilerimizin alt katmanında gizli bir basamak olur.
Yetişkinlikte Duyulma İhtiyacı
Fakat, duyulma ve ağlama arzusu insanın yalnızca çocukluk zamanı yaşadığı deneyimler değildir, aslında yaşam boyunca bunu isteriz. Carl Rogers, her insanın içinde yatan en derin arzunun koşulsuz kabul edilmek ve anlaşılmaktan geçtiğini savunur. Rogers’a göre bu, varoluşun temeli, özüdür.
Yetişkinlikte yapılan konuşmalar, yazdığımız yazılar veya sevilme biçimlerimiz, atılan o ilk çığlıkların yankısıdır aslında. Duyulmak ve var olduğumuzu hissetmek için en insani yol budur diye düşünürüz.
Ağlamanın Ruhsal ve Bedensel Dili
Zamanla nefesimiz düzene girer, artık iletişim kurmak için kelimelere ihtiyaç duyarız ama ağlama refleksimiz kaybolmaz. Ağlama eylemi yalnızca bebekliğin değil, bütün yaşamımızın nefes alma biçimi haline gelir.
Ruh sağlığı alanında yapılan araştırmalar, ağlama psikolojisi üzerine önemli sonuçlar sunar: Ağlamanın duygusal gerilimi azalttığı ve bedeni dengelemede önemli bir rol oynadığı açıklanmıştır. Sanki bedenimiz, ruha fazla geleni gözyaşıyla dışarıya atar.
Belki de insanın ağlamasının asıl sebebi, bedeni rahatlatmak değil de bireyin kendisiyle kurduğu bağı onarmaktır. Bebekken bir başkası duysun diye ağlarız, yetişkin olduğumuzda ise hayatın getirdiği koşullar nedeniyle çoğu zaman yalnızken ağlarız — sadece kendimiz duyabilelim diye.
Karşımızda “bakım veren” kimse yoktur, ama içimizde ilk ağlamadan kalan “duyulma ihtiyacı” hâlâ durur. Fakat bu sefer bir yardım çağrısı olarak değil, bir kabullenme biçimi olarak karşımıza çıkar.
Modern Psikolojide Gözyaşı ve Duygusal Denge
Modern psikoloji gözyaşını, duygusal dengeyi yeniden kurma aracı olarak görür. William Frey’in yaptığı biyokimyasal araştırmalar, ağlamanın sadece ruhsal değil, fizyolojik bir arınma olduğunu da öne sürer. Stres anında ya da üzgünken salgılanan hormonlar gözyaşımızla beraber vücuttan dışarıya atılır.
Bir başka araştırmacı Ad Vingerhoets ise ağlama eylemini “sosyal amaçlı bir sinyal” olarak tanımlar. Ağlayan birey, çevreye kırılgan olduğunu göstermiş olur ve bunun çoğunlukla empatiyi harekete geçireceğini vurgular. Yani aslında ağlamak hem bedene hem de geniş bir açıda topluma hizmet eder.
Bu sebepten belki de insan hayatının her döneminde hangi amaçla olursa olsun bir şekilde ağlamaya döner. Çünkü ağlamak yalnızca bir acının dışavurumu değil, aynı anda bireyin başta kendisiyle ve sonra dışarıyla, hatta kendi hayatıyla bağ kurma ihtiyacıdır.
Doğduğumuzda attığımız ilk çığlık bize yaşamın başladığını söyler, son gözyaşlarımız ise yaşadığımızı bize hatırlatır.
Ağlamak: Zayıflık Değil, Teslimiyet
Eskiden ve modern dünyada da insan ağladığında çoğu zaman zayıflığını belli ettiğini düşünür. Oysa ağlamak, bastırılan duyguların bedende anlam bulduğu bir andır; hem teslimiyet hem de kabullenme anlamı taşır.
Belki de bu sebepten bireyler yaşamı boyunca defalarca kez ağlamayı baştan öğrenir — hep farklı nedenlerle ama aynı özle; içindekini dışarıya atmak amacıyla. Gözyaşı bazen konuşamadığımız duyguların dili olur, bazen kendimizle barışma yolumuz, bazen de dünyayla temas etme hâlimizdir.
Bunların hepsi, ağlamanın her şekliyle içimizde elbet bir şeyleri onarır. En derin değişimler bazen konuşmadan da gerçekleşir.
Kaynakça
- 
Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. New York: Basic Books.
 - 
Erikson, E. H. (1950). Childhood and society. New York: W. W. Norton.
 - 
Rogers, C. R. (1961). On becoming a person: A therapist’s view of psychotherapy. Boston: Houghton Mifflin.
 - 
Frey, W. H. (1985). Crying: The mystery of tears. Minneapolis: Winston Press.
 - 
Vingerhoets, A. J. J. M. (2013). Why only humans weep: Unravelling the mysteries of tears. Oxford: Oxford University Press.
 - 
Zeifman, D. M. (2001). An ethological analysis of human infant crying: Answering Tinbergen’s four questions. Developmental Psychobiology, 39(4), 265–285.
 


