Son zamanlarda ilişkilerle ilgili en sık yaşanan senaryo şu: İlgimiz çoğu zaman bir insana değil, belirsizliğe yöneliyor. Bir yerde otururken telefonun ekranına düşmeyen o bildirimi beklemek, yanımızda oturan insanın sesinden daha yüksek çıkıyor bazen. Biri bize net davrandığında, ne hissettiğini açıkça söylediğinde heyecanımız hızla düşüyor. Şeffaflık, sanki gizemi öldüren bir kusurmuş gibi algılanıyor. Ama arada kaybolan, bazen var bazen yok olan biri… İşte orada bir şeyler oluyor. İçimizde bir merak, bir arzu, hatta anlamsız bir bağlanma hali başlıyor.
Bu durumu çoğu zaman “hard to get” olarak romantize ediyoruz. Oysa işin romantik tarafı sandığımızdan çok daha az. Bu durum bir oyun değil; beynimizin ödül sisteminin devreye girmesiyle ilgili. Modern dünya bize her şeye hızlıca ulaşabileceğimizi öğretirken, bir insanın duygularına erişememek bizi ilkel reflekslerimize geri döndürüyor. Beynimiz belirsizliği her zaman tehdit olarak algılamıyor; bazen onu potansiyel bir ödül olarak görüyor. Net olan kişi güvenli ama sıkıcı geliyor; ulaşılması zor olan ise dopamin sistemimizi harekete geçiriyor.
Belirsizliğin Cazibesi ve Dopamin Döngüsü
Dopamin; merak, arzu ve hedefe yönelme ile doğrudan ilişkilidir. Yani aslında istediğimiz kişi değil, ona ulaşma ihtimali olur. O kişinin gerçekte kim olduğu çoğu zaman arka planda kalır. Biz, kapalı bir kapının ardında ne olduğunu merak eden bir zihin hâline geliriz. Bu nedenle, net olmayan insanlara karşı daha fazla yatırım yaparız. Beyin, yarım kalan ve çözülememiş meseleleri tamamlanmış olanlardan daha çok düşünür. Bu durum psikolojide Zeigarnik Etkisi olarak tanımlanır.
“Benden hoşlanıyor mu?”, “Bir adım atacak mı?” gibi sorular zihnimizi meşgul ederken fark etmeden bağlanırız. Gece yatağa uzandığımızda kurduğumuz senaryolar, karşımızdaki kişinin gerçekliğiyle değil, bizim boşluklara yerleştirdiğimiz anlamlarla ilgilidir.
Aralıklı Ödüllendirme ve Duygusal Bağımlılık
Nörobilim bu durumu “Intermittent Reward” yani aralıklı ödüllendirme kavramıyla açıklar. Laboratuvar deneylerinde, ödülün düzensiz aralıklarla verildiği durumlarda deneklerin davranışa çok daha fazla bağlandığı görülür. İlişkilerde de benzer bir mekanizma işler. Ulaşılmaz kişi bazen yakınlaşır, bazen ortadan kaybolur. Bu düzensizlik, bağımlılığa benzer bir bağ kurar. “Bu sefer olacak” umudu, kumar masasında son fişini oynayan birinin umuduna benzer.
Tam da bu noktada duygusal lüks kavramı ortaya çıkar. Nasıl ki ekonomik lüks nadir olduğu için değerli görünüyorsa, duygusal olarak erişilmez olan da benzer bir algı yaratır. Kişi bir insan olmaktan çıkar, bir “ödül”e dönüşür. İlişki kurmak değil, kazanmak önemli hâle gelir.
Bağlanma, Kaçınma ve Yanılsamalar
Oysa çoğu zaman bu çekimin nedeni gerçek uyum değildir. Asıl mesele, çözülemeyen bir bilmeceyle karşı karşıya olmaktır. Kendi değerimizi, karşımızdaki kişinin bize gösterdiği ilgi üzerinden ölçmeye başlarız. “Eğer beni seçerse, demek ki değerliyim” düşüncesi sessizce yerleşir.
Bağlanma stilleri devreye girdiğinde tablo daha da netleşir. Kaygılı bağlanan birey için ulaşılmaz kişi tanıdık bir acıyı temsil eder: beklemek, yetememek, onay aramak. Kaçıngan bağlanan biri içinse yakınlık tehditkârdır; bu yüzden mesafeli kalmak güvenlidir. Böylece biri kovalar, diğeri kaçar. Dışarıdan bakıldığında tutkulu görünen bu döngü, aslında iki tarafı da yoran bir psikolojik kısır döngüdür.
Gerçek Yakınlık ve Sessiz Huzur
Belirsizliği tutku, kaygıyı aşk sanmak kolaydır. Oysa midede hissedilen o “kelebekler” her zaman romantik bir heyecanın göstergesi değildir; bazen bir uyarı sinyalidir. Zihin bir problemle meşguldür ve biz bunu yoğun bir his olarak yorumlarız. Karmaşık olanı değerli sanmak, huzuru sıradanlaştırır.
Ulaşılmaz olanın çekiciliği, çoğu zaman ona yüklediğimiz anlamdan beslenir. Biz o boşlukları kendi hayallerimizle doldurur, sonra da yarattığımız imgeye âşık oluruz. Oysa gerçek yakınlık sessizdir, sade ve güvenlidir. Büyük iniş çıkışlar yaratmaz ama derin bir dinginlik sunar.
Belki de asıl soru şudur: Ben bu kişiyi gerçekten istiyor muyum, yoksa onun beni isteyip istemediğini mi çözmeye çalışıyorum? Bu sorunun cevabı netleştiğinde, duygusal lüksün bedelini de görmeye başlarız. Çünkü bu lüks; zamanımızdan, özsaygımızdan ve iç huzurumuzdan çalar.
Gerçek sevgi, ulaşılamaz olanı fethetmek değildir. Gerçek sevgi, ulaşabildiğin birinin yanında kendin olabildiğini hissetmektir. Sahici bağ, “neredesin?” sorusunu değil, “buradayım” cümlesini doğurur.


