Cuma, Ekim 31, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

DEHB: Yaramazlıktan Nörogelişimsel Gerçekliğe Uzanan Yolculuk

Günümüz şehir yaşamı ve teknolojik ilerleme, çocukların doğayla olan temasını giderek azaltmıştır. Oyun, artık sokakta değil; ekranın iki boyutlu dünyasında yaşanmaktadır. Apartman dairelerinde büyüyen çocuklar, hareket etmek yerine sanal görevleri tamamlamaya alışmıştır.

Bu durum, enerjinin doğal yollarla boşaltılamamasına ve hareket alanlarının kısıtlanmasına yol açmıştır. Fiziksel oyunlardan uzak kalan çocuklar için “koşmak, su taşımak, nesneleri kontrol etmek” gibi işlevsel oyunlar, yerini tek tuşla oynanan sanal oyunlara bırakmıştır.

Sonuçta, çocukların doğal hareket ihtiyacı bastırılmış; bu da beden ve beyin arasındaki sağlıklı iletişimin bozulmasına neden olmuştur. Araştırmalar, motor becerinin dikkat gelişimiyle doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Hareketsizlik yalnızca fiziksel bir sorun değil, aynı zamanda davranışsal düzenlemede de risk faktörü haline gelmiştir.

Dolayısıyla, DEHB yalnızca “fazla enerji” olarak tanımlanamayacak kadar karmaşık bir olgudur. Hareketin kısıtlanması, dikkat süreçlerinin olgunlaşmasını geciktirirken, dürtü kontrolünü de olumsuz etkileyebilir. Ancak bu, DEHB’nin yalnızca çevresel koşullardan kaynaklandığı anlamına gelmez; genetik, nörobiyolojik ve gelişimsel faktörlerin etkileşimi göz ardı edilemez.

Tarihsel Bakış: “Yaramaz Çocuk”tan Klinik Tanıya

DEHB modern çağın icadı değildir. 1902 yılında Lancet dergisinde yayımlanan ilk bilimsel makale, bugün bildiğimiz anlamda dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtilerini tanımlamıştır.

Ancak bu tarihten çok önce, çocuklarda gözlenen “yerinde duramama”, “itaatsizlik” ve “dikkat dağınıklığı” davranışları “yaramazlık” ya da “ahlak sorunu” olarak değerlendirilmiştir.

Toplumun bu davranışlara yönelik cezalandırıcı tutumu, çocukların etiketlenmesine ve travmatize edilmesine neden olmuştur. “İstese kontrol edebilir” düşüncesi, çocuğun içsel düzenleme kapasitesini görmezden gelirken, bedensel dürtüselliğin doğal gelişimsel bir evre olduğu gerçeği de göz ardı edilmiştir.

Zamanla bilim, bu davranışların “tembellik” ya da “huysuzluk” değil, nörogelişimsel bir bozukluğun belirtileri olduğunu ortaya koymuştur.
Yine de toplumda “normal hareketlilik” ile “klinik hiperaktivite” arasındaki sınır hâlâ bulanıktır.
Her hareketli çocuk DEHB’li değildir; belirleyici olan, belirtilerin sıklığı, yaygınlığı ve sürekliliğidir.

“Fidgety Phil”den Günümüze: Yerinde Duramayan Çocuğun Hikâyesi

DEHB’ye ilişkin ilk edebi tanımlamalardan biri, 1844’te Alman hekim Heinrich Hoffmann tarafından yazılan “Fidgety Phil” (Yerinde Duramayan Philip) şiirinde görülür.

Hoffmann, bir çocuğun kıpır kıpır, kontrolsüz hâlini resmederken henüz bilimsel bir tanı sunmamıştı; ancak gözlemi, sonraki yüzyıllarda yapılacak araştırmaların habercisiydi:

Fidgety Phil (Kıpır Kıpır Phil)
But fidgety Phil (Ama kıpır kıpır Phil)
He won’t sit still (Yerinde duramaz)
He wriggles and giggles (Kıkırdar durur ve kıkırdar)
And then, I declare (Ve sonra, derim ki)
Swings backwards and forwards (Geriye ileriye sallanır)
And tilts up his chair (Ve sandalyesinden doğrulur)

Bu satırlar, hiperaktivitenin yalnızca davranışsal bir farklılık değil, bir düzenleme güçlüğü olduğunu erken dönemden itibaren işaret ediyordu.

Bugün yapılan bilimsel araştırmalar, DEHB’nin beynin dikkat, planlama ve kendini kontrol etme bölgelerindeki işleyiş farklarından kaynaklandığını göstermektedir.
Yani mesele sadece “fazla hareket etmek” değil; beynin dikkat toplama, karar verme ve davranışı düzenleme mekanizmalarının farklı şekilde çalışmasıdır.

DEHB: Tanı, Tedavi ve Toplumsal Algı

DEHB’nin en çok tartışılan yönü, “nerede biter, nerede hastalık başlar” sorusudur.
Çünkü dikkat dağınıklığı ve hareketlilik, çocukluk döneminin doğal parçalarıdır.
Ancak bu davranışlar süreğen, yoğun ve işlevselliği bozan bir hale geldiğinde, tanı konulması gerekir.

Tanı süreci yalnızca davranış gözlemiyle sınırlı değildir; çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından klinik değerlendirme, ölçekler ve aile görüşmeleriyle bütüncül biçimde yapılmalıdır.

Ailelerin, öğretmenlerin ve toplumun doğru bilgilendirilmemesi ise çocukların ya “etiketlenmesine” ya da “ihmal edilmesine” yol açar.

Bu nedenle DEHB, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir halk sağlığı meselesi olarak da değerlendirilmelidir.
Doğru tanı, zamanında müdahale ve çevresel düzenlemelerle birçok çocuk potansiyelini sağlıklı biçimde gerçekleştirebilir.

Sonuç: DEHB’yi Doğru Bağlamda Anlamak

DEHB, yalnızca davranışsal belirtilerle tanımlanan bir durum değildir; biyolojik, psikososyal ve çevresel etmenlerin karmaşık etkileşiminin bir sonucudur.

Günümüzde yapılan nörogelişimsel araştırmalar, özellikle dikkat, yürütücü işlevler ve dürtü kontrolüyle ilişkili beyin bölgelerinde yapısal ve işlevsel farklılıklar bulunduğunu göstermektedir.

Bu bulgular, DEHB’nin “disiplin eksikliği” ya da “ebeveyn hatası” olarak yorumlanamayacağını, nörobiyolojik temelleri olan bir gelişimsel farklılık olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır.

Bu noktada, erken tanı ve doğru yönlendirme büyük önem taşır.
Çocuğun içinde bulunduğu çevre — özellikle ebeveyn tutumları, öğretmen yaklaşımları ve okul sistemi — belirtilerin şiddetini artırabileceği gibi, doğru düzenlemelerle azaltabilir.

Uygun psiko-eğitim, yapılandırılmış rutinler, ebeveyn danışmanlığı ve davranışsal müdahaleler, çocuğun öz düzenleme becerilerini güçlendirmede temel bileşenlerdir.

DEHB’li çocukların yaşam kalitesini artırmanın yolu, yalnızca semptomları bastırmaktan değil; çocuğun işlevselliğini artıracak destekleyici bir ekosistem kurmaktan geçmektedir.
Bu da aile, okul ve profesyonellerin ortak sorumluluğunu gerektirir.

Sonuç olarak, DEHB’ye ilişkin tartışmaların merkezinde yer alan soru “Bu çocuk neden böyle davranıyor?” değil, “Bu çocuğa nasıl daha iyi destek olabiliriz?” olmalıdır.

Ancak o zaman, tanı bir etiket olmaktan çıkıp çocuğun gelişimsel yolculuğuna ışık tutan bir araç haline gelebilir.

Kaynakça

Öztürk, M., & Başgül, Ş. S. (2015). Çocuklarda dürtüsellik, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu: Tanı ve tedavisi. İstanbul: Uçurtma Yayınları.

Kamila Çalışgan
Kamila Çalışgan
Kamila Çalışgan, 2009 yılında Yakın Doğu Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun olmuş, Klinik Psikoloji yüksek lisansını yine Yakın Doğu Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Akademik sürecinin ardından özellikle çocuk, ergen ve ailelerle çalışmalara yoğunlaşarak mesleki birikimini çeşitli eğitim ve sertifika programlarıyla güçlendirmiştir. Mesleki yolculuğu boyunca danışmanlık merkezlerinde ve okul öncesi kurumlarda psikolog olarak görev alan Kamila Çalışgan; öğrenme güçlükleri, dikkat problemleri, duygusal ve davranışsal zorluklar üzerine uzmanlaşmıştır. EMDR, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), sanat terapisi, oyun terapisi ve disleksiye yönelik yapılandırılmış eğitimler dahil olmak üzere birçok alanda yetkinlik kazanmıştır. Psikolojiye duyduğu derin ilgi, insan davranışlarını anlama merakı ve içten bir bağ kurma isteği, mesleğini tutkuyla icra etmesini sağlamaktadır. Bu tutkusunu yalnızca terapi süreçleriyle sınırlı bırakmayan Kamila Çalışgan, seminerler, eğitimler ve farkındalık çalışmaları aracılığıyla psikolojik bilginin geniş kitlelere ulaşmasını amaçlamaktadır. Katıldığı çok sayıda eğitimle teorik bilgisini sahadaki deneyimiyle harmanlayan Kamila Çalışgan, danışanlarının yaşamında fark yaratmayı ve toplumda psikolojik farkındalığı artırmayı hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar