Biliş, insanın çevresinden aldığı bilgiyi anlamlandırmasını sağlayan temel zihinsel süreçlerin tümünü kapsamaktadır. Algılama, dikkat, bellek, problem çözme ve karar verme gibi işlevler bilişsel sistemin yapıtaşlarıdır. Bu süreçler, bireyin dünyayla kurduğu etkileşimin niteliğini belirler ve davranışların temelinde yer almaktadır. Bellek, bu yapının en karmaşık bileşenlerinden biridir çünkü yalnızca bilgiyi saklamakla kalmaz, aynı zamanda her geri çağırmada bilgiyi yeniden düzenleyen dinamik bir işleyişe sahiptir. Belleğin bu yeniden yapılandırıcı niteliği, kimi zaman hataya açık sonuçların ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Bu bağlamda sahte anılar, bellek biliminin en dikkat çekici olgularından biridir. Sahte anı, yaşanmamış bir olaya dair hafızada yaşanmış gibi canlı bir temsil oluşması veya gerçek bir olayın olduğundan farklı biçimde hatırlanması olarak tanımlanmaktadır (Loftus, 2005). Yani birey, kendi belleğinin ürettiği bilgiyi dış dünyanın bir kaydı olarak yorumlar ve bu bilgiden büyük bir eminlikle söz edebilir. Sahte anıların dikkat çekici yönü yalnızca hatırlama hatası olmaları değildir, aynı zamanda bireyin bu hatalı anıya yüksek güven duymasıdır.
Sahte anıların oluşumuna dair günlük yaşamdan, adli süreçlerden ve klinik ortamlardan pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin bir tanığın olay anına ilişkin yanlış yönlendirilmiş bir soruyu duyduktan sonra, gerçekte var olmayan bir ayrıntıyı gördüğüne inanması oldukça olasıdır. Terapötik süreçlerde ise danışanın geçmişine dair kimi anılar, terapistin açıklamaları veya soruları aracılığıyla şekillenebilir. Bunun yanında çocukluk dönemine ilişkin anılar, yetişkinlikte yeniden hatırlanırken anlamlandırma ve yorumlama süreçlerinin etkisiyle değişime uğrayabilir. Bu örnekler, belleğin yalnızca bilgi depolayan bir yapı olmadığını, içsel anlamlandırma süreçleriyle sürekli yeniden düzenlenen bir sistem olduğunu göstermektedir.
Sahte Anıların Bilişsel Temelleri
Sahte anıların ortaya çıkmasında birkaç bilişsel mekanizma rol oynamaktadır. Öncelikle bellek, bilgiyi ayrıntı düzeyinde kodlamak yerine çoğu zaman anlam düzeyinde organize etmektedir. Bu durum, olayın genel çerçevesi korunurken ayrıntıların belirsizleşmesine ve zamanla boşlukların otomatik olarak doldurulmasına neden olmaktadır.
Ek olarak, çağrışım temelli işleyiş, zihinde birbiriyle ilişkili kavramların birlikte etkinleşmesine yol açmaktadır. Böylece bir olayın veya kelimenin zihinde canlanması, onunla ilişkili ancak gerçekte yaşanmamış başka temsillerin de bellek içine karışmasına neden olabilir. Kaynak izleme süreçlerindeki hatalar da sahte anıların oluşumuna katkıda bulunmakta, birey bir düşüncenin, hayalin ya da çıkarımın kaynağını yanlış yorumlayarak bunu gerçek bir yaşantı gibi değerlendirebilir.
DRM Paradigması ve Sahte Anılar
Bu bilişsel mekanizmaların anlaşılabilmesi için deneysel yöntemlere ihtiyaç duyulmuştur. Sahte anıların kontrollü biçimde incelenebilmesi adına psikolojide en sık başvurulan yöntem Deese–Roediger–McDermott (DRM) Paradigmasıdır (Deese, 1959; Roediger & McDermott, 1995). DRM, ilişkili kelimelerden oluşan listelerin katılımcılara sunulması ve daha sonra bu kelimelerin hatırlanmasının istenmesi esasına dayanmaktadır. Listelerde belirgin bir temayı çağrıştıran kelimeler yer alırken, bu temanın merkezinde bulunan kritik kelime bilinçli olarak listeden çıkarılır.
Örneğin “yastık, yatak, gece, dinlenmek” gibi kelimelerden oluşan bir liste sunulduğunda, katılımcıların önemli bir kısmı listede hiç yer almayan “uyku” kelimesini gördüğünü ifade etmektedir. Bu yanlış hatırlama, deneysel anlamda sahte anının doğrudan göstergesidir.
DRM paradigması, sahte anı araştırmalarında tercih edilmesinin birkaç önemli nedeni nedeniyle literatürde güçlü bir yer edinmiştir. İlk olarak bu yöntem, sahte anıların sistematik olarak üretilebilmesine olanak tanır; yani hem yetişkinlerde hem ergenlerde hem de farklı kültürel örneklemlerde tekrarlanabilir bulgular sunmaktadır. İkinci olarak DRM, çağrışımsal süreçlerin ve bellek izleme mekanizmalarının hataya nasıl açık olduğunu net biçimde ortaya koymaktadır. Bu sayede sahte anıların hangi koşullarda daha fazla ortaya çıktığı test edilebilir. Üçüncü olarak yöntem, uyarı, dikkat, duygu durumu veya bilişsel yük gibi değişkenlerin sahte anı üzerindeki etkilerini değerlendirmek için elverişli bir altyapı sağlamaktadır. Bu yönüyle DRM, bilişsel psikolojide ölçüm gücü en yüksek paradigmalar arasında değerlendirilmektedir.
Türkiye’de yapılan çalışmalar da DRM’in geçerli bir ölçüm aracı olduğunu göstermektedir. Türkçe kelime listeleri kullanılarak yapılan araştırmalar, kültüre uyarlanmış uyaranların da benzer şekilde güçlü sahte anı etkisi oluşturduğunu ortaya koymuştur (Yüvrük ve ark., 2019). Bu bulgular, sahte anıların yalnızca belirli koşullarda değil, bellek işleyişinin doğal bir parçası olarak her yaş grubunda ortaya çıkabildiğini göstermesi açısından önemlidir.
Sonuç
Sonuç olarak sahte anılar, bilişsel süreçlerin yanılsama üretmeye ne kadar yatkın olduğunun çarpıcı bir göstergesidir. Belleğin yeniden yapılandırıcı doğası, otomatik çağrışımlar ve kaynak izleme hataları sahte anıların oluşumuna zemin hazırlamaktadır. DRM paradigması, bu sürecin deneysel olarak ölçülmesine olanak tanıyan en güçlü araçlardan biridir. Sahte anı araştırmaları, yalnızca akademik bir ilgi alanı olmaktan öte eğitimden hukuka, klinik uygulamalardan sosyal yaşama kadar pek çok alanda kritik öneme sahiptir. Belleğin her zaman gerçeği yansıtmadığını bilmek, hem bireysel farkındalığı artırmakta hem de toplumsal süreçlerin daha güvenilir şekilde yürütülmesine katkı sağlamaktadır.


