Bir Evliliğin İlk Yılları
Bir evlilikin ilk yıllarında en sıradan şeyler bile kıymetlidir: evde izlenen bir film, kısa bir yürüyüş, aynı sofrada edilen sohbet… Kadın için bu küçük paylaşımlar, evliliğin sıcaklığını hissettirir. Fakat zamanla, paylaşımların yerini hayal kırıklıkları almaya başladığında, sıradan anlar bile ağır gelmeye başlar.
Telefonuna gömülen, sürekli şikâyet eden, huysuz, huzursuz, daima sinirli ve ilgisiz bir eşin yanında geçirilen vakit, kadını artık bir şeyleri paylaşmaktan soğutur. Eskiden “birlikte film izlemek” bile yeterken, artık en romantik yaz sinemalarına dahi yalnız veya arkadaşlarıyla gitmek kadına daha cazip gelir. Çünkü evlilik, bir paylaşım olmaktan çıkmış; yalnızca kadının emeğini ve sabrını tüketen bir yüke dönüşmüştür.
Kadının Sessiz Tükenişi
Kadınlar, evlilikte çoğu zaman ilişkinin devamı için fazladan duygusal emek verir. Ortak etkinlikleri planlayan, ilişkiye renk katan, geleceğe dair hayaller kuran ve bunları paylaşmak isteyen genellikle kadındır. Ancak bu çaba, karşılık bulmadığında ya da ortak yapılan şeyler yeteri kadar tatmin edici olmadığında içten içe tüketici bir yalnızlığa dönüşür.
Bir süre sonra kadın fark eder: “Ne yaparsam yapayım, bu ortaklık bana yalnızlık hissettiriyor.” İşte bu noktada umudu keser, beklentilerini geri çeker ve kendi dünyasını kurmaya başlar. Sinemaya tek başına/arkadaşlarıyla gider, tatile yalnız çıkar, kitaplarını, dostluklarını ve hayallerini evlilikten bağımsız kılar.
Bu kopuş kadın için sessiz ama güçlüdür. Çünkü kadın artık eşiyle hiçbir şey yapmak istemeyen kadın, evliliğine paralel bir alternatif dünya kurmaya başlıyordur.
Erkek Ne Kaybeder? Sessiz Çöküşün Asıl Mağduru
Çoğu erkek için eşinin kurduğu bu alternatif dünya cazip ve konforlu gelir. Eşinin beklentilerini karşılamak zorunda olmadığı, ortak hayallerin sorumluluklarından azade olduğunu düşündüğü bir dünya… Görünürde evlilik devam ediyor: Sofra kuruluyor, çocuklara bakılıyor, alışveriş yapılıyor, hatta tatiller bile belki birlikte planlanıyordur. Erkek, her şeyin yolunda olduğunu zannederek yaşamına devam ediyordur. Oysa aslında erkek için sessiz ve derin bir çöküş yaşanmaya başlıyordur.
Kadın, yüksek enerjisini, hayatının en canlı, en hayal dolu, neşeli, mutlu, cıvıl cıvıl taraflarını artık arkadaşlarıyla, dostlarıyla ya da tek başına yaşamaktadır. Erkek ise çoğu zaman bu dünyanın seyircisi bile değildir artık. Ona kalansa kadının içi boş tarafıdır.
Peki Erkek Gerçekte Ne Kaybeder?
-
Kadının kalbinde kendine ayrılmış alanı kaybeder. Kadın hâlâ evin içindedir ama artık onunla hayal kurmaz. Erkek, kadının en özel anılarında görünmez hale gelir.
-
Erkek, evlilikin verdiği canlılığını kaybeder. Düzen sürer, rutin devam eder ama evlilik bir “hayat yolculuğu” olmaktan çıkar. Erkek farkında olmadan sadece sıkıcı bir ev arkadaşı rolüne düşer.
-
Geleceğini kaybeder. Ortak hayaller olmadan evlilik, ileriye taşınmaz. Kadın kendi geleceğini kendi elleriyle kurarken, erkek onun dünyasında bir figüran bile olamaz.
-
Erkek, gerçek sevginin ve sevilmenin sıcaklığını kaybeder. Kadının öfkesi belki dinmiştir ama özlemi de yoktur. Kadın artık “seninle olmak istiyorum” demez. Erkek hâlâ oradadır ama sevginin asıl hedefi değildir.
-
Kendi ruhunu kaybeder. En temel ihtiyaç olan görülme ve paylaşılma hali yok olur. Erkek, farkında olmadan kendi yalnızlığını inşa ederek kendini bu mutsuzluğa hapseder.
Aslında ironik olan şudur: Kadının tükenişinden en çok kaybeden, kadını bu noktaya sürükleyen erkektir. Çünkü kadının hayallerinden kendini dışlayan erkek, en büyük ihtiyacı olan yakınlığı, sevgiyi, yol arkadaşlığını, kadından alacağı yaşam enerjisini ve huzuru kaybetmiştir.
Görünürde Paylaşım, Gerçekte Yalnızlık
Erkekler tamamen kadınların hayallerinden kopmaz elbette. Çoğu zaman kadınları susturmak, daha fazla cinsellik elde etmek ya da çevreye “ne kadar harika bir eş” imajı göstermek için onların hayallerine ortak oluyormuş gibi davranırlar. Ancak kadın, erkeğin samimiyetini hızla sezer. Bir şeyin kendisi için mi yoksa yalnızca “kadına yapılmış olmak için” mi yapıldığını fark eder. İşte o an, paylaşımlar anlamını tamamen yitirir. Erkek kadını nankörlükle suçlasa da nafile…
Kadının “artık hiçbir şey yapmak istememesi” bir öfke patlamasının değil; aslında uzun süredir devam eden bir umutsuzluğun sonucunda bir vazgeçiştir. Bu, her iki taraf için de kayıp gibi görünse de en ağır kaybı yaşayan erkektir; çünkü kendi elleriyle, en kıymetli yol arkadaşlığından kendini mahrum bırakmıştır. Kadını, yokluğuna alıştırmıştır. Ve bu bir erkek için en büyük kayıptır.
Ve Şimdi Sorulması Gereken Soru Şudur:
Kadın elini bırakmadan önce, erkek gerçekten elini uzatmış mıydı?