Yaratıcılık çoğu zaman sadece sanatçılara özgü bir yetenek gibi görülür. Oysa psikoloji alanındaki güncel yaklaşımlar, yaratıcılığın yalnızca estetik bir ifade biçimi değil, aynı zamanda önemli bir yaşam becerisi olduğunu öne sürmektedir (Rogers, 1961). Zorlayıcı yaşam olaylarında beklenmedik çözümler üretmek, yeni yollar denemek ya da mizah yoluyla rahatlamak gibi durumlar, yaratıcı düşüncenin gündelik yaşamdaki sessiz örnekleridir. Amerikalı psikolog Carl Rogers, yaratıcı süreci yalnızca bir ürün ortaya koymak değil, bir “var olma biçimi” olarak tanımlar. Ona göre yaratıcı birey, “kendini açma, deneyimlere duyarlılık ve yargısız keşif” kapasitesine sahiptir (Rogers, 1961). Bu nitelikler yalnızca çocuklukta gelişen şeyler değildir; zamanla da edinilebilir.
Nörobilim araştırmaları da bu görüşü desteklemektedir. Beynin “default mode network” adı verilen ağı, hayal kurma, geçmişle gelecek arasında bağlantı kurma gibi yaratıcı düşünce süreçlerinde aktif hâle gelir (Beaty et al., 2015). İlginç olan ise bu ağın yalnızca büyük sanat eserleri üretirken değil, gündelik karar alma süreçlerinde de devreye girmesidir. Bu da yaratıcılığın sadece sanatsal değil, aynı zamanda bilişsel ve duygusal bir uyum becerisi olduğunu ortaya koyar. Bugün yaratıcı düşünce, eğitimden terapiye, kriz yönetiminden çevre politikalarına kadar birçok alanda kritik bir rol oynuyor. Ancak yaratıcı olmak için illa ki “orijinal” fikirler üretmek gerekmez. Bazen yaratıcı adım, yalnızca alışılmışın dışına küçük bir adım atmaktan ibarettir. Otomatikleşmiş bir dünyada bu küçük farklar, zihinsel esnekliği ve sağlığı besleyebilir.
Peki, Yaratıcılık Nasıl Gelişir?
Bu yeti doğuştan gelen sabit bir özellik değildir. Tıpkı kaslarımız gibi, kullanıldıkça güçlenir. Bu nedenle, üretim kadar önemli olan şey oyun alanı yaratmaktır. Yani denemeye, bozup yeniden yapmaya izin vermek. Çoğu zaman yetişkinlikte kaybettiğimiz şey, yeni bir fikir değil; hata yapma toleransıdır (Rogers, 1961). Yaratıcı süreçler, izinle başlar. Kendimize “acaba şöyle denesem mi?” sorusunu sorma hakkını tanımakla; sıkıldığımızda sosyal medyaya değil, boş bir kâğıda yönelmekle başlar. Tarif yerine sezgiyle yemek yapmak bile zihinsel esnekliği artırır. Bu küçük anlar, zihnin hareket alanını genişletir.
Yaratıcılık, Umut Gibi Bir Şey
Yaratıcılık, aynı zamanda bir umut taşıyıcısıdır. Mevcut durumun tek seçenek olmadığını, alternatif yolların mümkün olduğunu fısıldar. Bu nedenle yaratıcı düşünce, yalnızca bireysel bir beceri değil, aynı zamanda bir direnç biçimidir. Çünkü “böyle olmak zorunda değil” diyebilme cesaretini taşır. Sanatçı olmasak da yaratıcı olabiliriz. Yaratıcılık, bazen yeni bir şey yaratmak değil, yalnızca farklı bir bakışla bakabilmektir. Zor zamanlarda bu beceri, yalnızca üretmek değil; hislerimizi yönlendirmek, hayatı yeniden yapılandırmak için de bir araçtır. Yaratıcılık; yeni olanı değil, yeni bir bakışı görmektir (Rogers, 1961). Ve bu, çoğu zaman hayatta kalmanın en zarif yoludur.
Hayatın yorucu, karmaşık ve belirsiz olduğu anlarda, yaratıcı düşünce bir nefes alma alanı sunar. Mevcut olanla yetinmek zorunda olmadığımızı gösterir; yeniden düşünebileceğimizi, farklı hissedebileceğimizi hatırlatır. Yaratıcılık dediğimiz şey, sadece ilham perilerinin uğradığı özel anlara ait değil. Bazen hiç ummadığımız bir anda, bir sıkışmışlığın içinden çıkar. Zor bir duruma çözüm ararken, bir derdi anlatmanın yeni bir yolunu keşfederken ya da içimizde olup bitenleri dışarı dökmenin yollarını ararken kendini gösterir. İşte o anda, sadece “üretmiş” olmayız, aynı zamanda kendi duygularımıza bir yön vermiş oluruz. Hayat bazen fazla karışık, fazla yorucu, fazla belirsiz olabilir. Böyle zamanlarda çoğumuz “iyi hissetmek” için değil, sadece biraz nefes alabilmek için bile bir yol ararız. Ve yaratıcı düşünce, işte tam burada devreye girer. Çünkü bize gösterir ki; mevcut olanla yetinmek zorunda değiliz. Bir şeyleri yeniden düşünebiliriz, başka türlü yapabiliriz, başka türlü hissedebiliriz.
Bu yüzden, çizim yapan bir çocukla işe giderken yolunu değiştiren bir yetişkin arasında fark yoktur. Her ikisi de hayatın düz çizgisine küçük bir kıvrım ekler. Yaratıcılık çoğu zaman büyük fikirlerle değil, “Peki ya şöyle olsaydı?”, “Başka bir yolu var mı?” gibi küçük ama içten sorularla başlar.
Ve Sonra Ne Olur?
Sonra, belki çok büyük şeyler değişmez. Ama sen, kendine ait küçük bir alan açmış olursun. Düşünmeye, denemeye, bazen sadece hayal etmeye cesaret etmiş olursun. Ve bu bile, yaşadığın dünyanın tek biçimli olmadığını hatırlatır sana. Yaratıcılık, belki de hayata her seferinde yeniden katılmanın bir yoludur. Günü sıradanlıktan çıkaran o küçük parıltı, bazen bir sözcükte, bazen bir sessizlikte saklıdır. Herkes sanatçı olmak zorunda değil. Ama herkes, kendi hayatının içinde yaratıcı olabilir.
Çünkü bazen bir fikir değil, bir bakış açısı kurtarır bizi (Beaty et al., 2015).