Cumartesi, Nisan 26, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Var Olmak Kendileşmektir: Ataerkilliğin Gölgesinde Kadın ve Kimlik

Biz kadınlar çoğu zaman başkalarının kurduğu düzende, kendi benliğimizi aramaya çalışıyoruz. Toplumun, ailenin, hatta bazen inanç sistemlerinin içimize yerleştirdiği kurallar; kim olduğumuzu değil, kim olmamız gerektiğini söylüyor. Kadın, hem görünmez hem sessiz bir yere itiliyor. Üstelik bu görünmezlik, zamanla içselleştiriliyor ve sorgulanmaz hale geliyor (Arat, 1994). Ama belki de dönüşüm, tam da bu sessizliğin içinde başlıyor. Bu yazıda, toplumun bize çizdiği rolleri, bilinmezlik korkusunu ve kimliğimizi nasıl yeniden inşa edebileceğimizi kendi mesleki ve kişisel penceremden anlatmak istiyorum.

Ataerkil Düzen ve Kadının Yeri

Toplumda hâkim olan sistemin başrolü hep erkeklere yazılmış. Tanrı bile erkek, evin reisi erkek, karar verici erkek. Kadın ise bu düzenin sessiz bir destekçisi gibi. Ne zaman bilgiye ulaşsa, ne zaman konuşsa; ya deli ilan ediliyor ya da fazla bulunuyor (Erasmus, 2003). Yani kadın, ya aşırı ya yetersiz; ya çok görünür olduğu için tehlikeli ya da yeterince uymadığı için dışlanmış sayılıyor. O yüzden birçok kadın, aslında çok şey bilmesine rağmen konuşmuyor; çok şey hissetmesine rağmen göstermiyor. Sessizlik bazen bir korunma biçimine dönüşüyor.

Kimlik ve Toplumsal Roller

Yüzyıllardır görünmeyen yüzümüz aslında bize kimlik dediğimiz şeyin sadece bireysel bir mesele olmadığını gösteriyor. Kimliğimiz, yalnızca içimizden gelenle değil; dışarıdan üzerimize yapıştırılan rollerle de şekilleniyor. Toplumun dayattığı rolleri giymeye zorlanan her birey, özellikle de kadınlar, kendine yabancılaşmaya başlıyor (Kağıtçıbaşı, 2010). Bizden itaat etmemiz, sessiz kalmamız, fedakâr olmamız bekleniyor. Kendini gerçekleştirmek isteyen, farklı olmak isteyen, kalıplara sığmayan kadın ise bu yapının gözünde bir tehdit haline geliyor. Ve bunun bedeli genellikle suçlulukla, yalnızlıkla ya da dışlanmışlıkla ödetiliyor. Oysa benliğimizi oluşturmak, korkudan değil, seçimden beslenmeli.

Bilinmezlik ve Cesaret

Ve evet, bilinmezlikÖlüm, kimlik, yönelim, gelecek… Ne olacağını bilememek, en büyük korkularımızdan biri. Belirsizlik, zihinde sonsuz senaryo üretir ve biz çoğu zaman en karanlık olana tutunuruz. Ama bir şeyin kesinliğini bilmek, bazen cesaret verir. İnsan böylece neyi istediğini, kim olmak istediğini daha net görmeye başlar (Kağıtçıbaşı, 2010). Bastırılmış arzular açığa çıktığında, o arzuların kendisi değil; onları bastırmış olmak yaralar bizi. Erkeklik ve kadınlık kalıpları çözülür, duygular ve roller yalnızca insana ait olur (Berktay, 2003). Ve bu noktada, birey nihayet nefes almaya başlar.

Kadının Dönüştürücü Gücü

Eril düzenin hep düzen getirdiği söylenir ama aslında çoğu zaman o düzenin içinde boğuluruz. Kuralların, sınırların, beklentilerin ortasında bizden beklenen hayatı yaşarken, kendi hayatımızı ıskalıyoruz. Kadının yön verdiği bir yapı ise daha şefkatli, daha empatik ve daha insani olabilir. Çünkü kadınlar, yalnızca kendi yaralarını değil; başkalarının yaralarını da taşıyarak büyüyor. Kadın sadece doğuran değil, dönüştüren bir varlık. Sessizliğiyle değil, sesiyle yazmalı bu düzeni (Arat, 1994).

Var Olmak ve Kendileşmek

Var olmak, sadece nefes almak değil. Gerçekten yaşamak, kendi sesini bulmak, kendi kararlarını verebilmek. Kendine ait bir yol çizmek. Ataerkillik, bu alanı sürekli daraltıyor. Ama biz kadınlar her sorgulamamızda yeni bir kapı açıyoruz. Belki küçük bir çatlakla başlıyor, ama zamanla gökyüzümüz çiçek açıyor. Bazen küçücük bir farkındalık, tüm hayatı değiştiriyor. Bazen yalnızca “Bu bana ait değil” diyebilmek bile bir devrimdir.

Kadının Görünmezliğini Görünür Kılmak

Kadının görünmezliğini görünür kılmak, yalnızca kadınlar için değil; herkes için bir özgürleşme yolu. Çünkü kadın susturulduğunda sadece kendi değil, tüm toplum eksik kalıyor. Kimliğimiz bize atanmış rollerle değil, kendi seçimlerimizle anlam kazanıyor. Ve hepimizin, bu hayatta kendi hakikatini yaşama hakkı var.

Bir Psikoloğun Gözünden

Yazdıklarım, sadece bir psikolog olarak değil; aynı zamanda bu sistemin içinde büyümüş, kendi sesini aramış ve kendi yolunu bulmaya çalışan kadınlara şahit olmuş bir kadın olarak deneyimlerimden süzüldü. Erkek hegemonyasına sığdırılmaya çalışılan, bize sunulan şu küçücük dünyada görüyorum ki: Kadınlar başkaları ne isterse onu yaşarken, kendi arzularını, hayallerini ve seslerini unutuyor. İç sesimiz kısık değil; bastırılmış. İşte tam da bu yüzden bu yazıyı yazdım. Belki bir yerlerde bir kadın okur ve “Benim de çiçek açacak bir gökyüzüm olabilir” der diye.

Sonuç: Çiçek Açan Gökyüzü

Son olarak biliyorum ki: Bize çizilen sınırların dışına taşan her adım, bir çiçeğin çatlak betondan filizlenmesidir. Ve biz kadınlar, artık yalnızca çiçek değil, kök salıyoruz.

Berfin Savcı
Berfin Savcı
Ben, Berfin Savcı. Kadir Has Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldum. Klinik psikolojiye özel bir ilgi duyuyor, özellikle çocuklar ve ergenlerle çalışmaya yönelik eğitimler alıyorum. Gönüllü olarak çeşitli kurumlarda psikolojik destek sağlamakta ve psikososyal destek amacıyla çocuklarla drama temelli çalışmalar yürütmekteyim. Psikolojik sağlamlık, travma sonrası stres ve bilişsel yeniden yapılandırma konularında çalışmalar yapıyor, kendimi bu alanlarda geliştirmeye devam ediyorum. Psikolojiye olan ilgimin yanı sıra yazmak benim için bir tutku. Bilgiyi paylaşmanın, insanlara farklı bakış açıları kazandırmanın ve psikoloji alanında farkındalık yaratmanın en güçlü yollarından biri olduğuna inanıyorum. Bu yüzden yazılarımı bilimsel temellerle harmanlayarak, psikolojiyi herkes için daha ulaşılabilir ve anlaşılır hale getirmeyi hedefliyorum. Yazarlık, hem mesleki hem de kişisel gelişimime katkı sağlarken, psikoloji alanında üretmeye ve paylaşmaya devam etme motivasyonumu artırıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar