Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Tükenmişlik: Hep Koşarken İçten İçten Yavaşça Çöküş

“Her şeye yetişmeye çalışırken aslında kendinize yetişebiliyor musunuz?”
Koşan Ayaklar, Susan Ruh
Sabah alarm çaldığında gözlerinizi açıyorsunuz. Daha yüzünüzü yıkamadan telefonunuza düşen mesajlar, iş mailleri ve sosyal medya bildirimleriyle güne başlıyorsunuz. İşe yetişmek, çocukların hazırlanması, trafikte kaybolan saatler… Akşam olduğunda, tek istediğiniz bir köşeye çekilip hiçbir şey yapmamak oluyor.
Bu tablo, çağımızın görünmez salgını: tükenmişlik sendromu. Sadece iş yaşamında değil; ailede, arkadaşlıklarda ve kendi iç dünyamızda da derin yaralar açıyor.

“Daha Fazlası”nın Bitmeyen Dayatması

Toplum bize farkında olmadan şu mesajları veriyor:
• “Ne kadar üretirsen o kadar değerlisin.”
• “Dinlenmek lükstür.”
• “Hata yaparsan geride kalırsın.”

Bu mesajların üzerine sosyal medyadaki sürekli kıyas ekleniyor. Bir arkadaşınızın yeni arabasını, bir başkasının Maldivler tatilini, ötekinin “mutlu aile kahvaltısı” fotoğrafını görünce kendi hayatınız sanki eksik kalıyor.

Bir sahne düşünün: AVM’de yemek yiyen bir aile. Çocuk “baba bak” diye sesleniyor ama baba gözünü telefondan ayırmıyor; işten gelen maillere cevap yazıyor. Anne de sosyal medya için fotoğraf çekiyor. Herkes yan yana ama aslında kimse birbirine temas etmiyor. İşte tükenmişliğin gündelik yüzü tam da bu.

Görünmeyen Yüklerin Psikodinamiği

Psikodinamik açıdan tükenmişlik, yalnızca çok çalışmaktan değil; içsel çatışmalardan doğar. Çocukken “çalışmazsan sevilmezsin” mesajını alan biri, yetişkinlikte dinlenmeyi kendine yasaklar.

Kişi sürekli şunu hisseder: “Durursam değerim azalır.” Bu duygu, farkında olmadan tüm yaşamı yönetir. İnsan, kendi ihtiyaçlarını bastırır; yerine toplumun, işin, ailenin beklentilerini koyar.

Ama bedel ağırdır: İçten içe boşluk büyür. Bir süre sonra sadece fiziksel değil, duygusal yorgunluk da başlar. Sevinemez, bağ kuramaz, yakın ilişkilerde “yokmuş” gibi hisseder.

Sevgi Yerine Sessizlik

Tükenmişlik yalnızca bireyin sorunu değildir; ilişkilerin de dinamiğini bozar.

Bir beyaz yaka çalışanı düşünün. Gün boyu toplantılarda, baskı altında. Akşam eve geldiğinde eşi onunla sohbet etmek ister ama o yalnızca sessiz kalmak ister. Eşinin ilgisini “yük” gibi hissetmeye başlar. Bir süre sonra ilişkide mesafe büyür.

Benzer şekilde, tükenmiş bir ebeveyn çocuğunun oyun isteğine sabır gösteremez. “Şimdi olmaz, çok yorgunum” cümlesi giderek çocuğun hafızasında yer eder. Böylece tükenmişlik, sadece bireyi değil, aile bağlarını da tüketir.

Kalabalıklar İçinde Yalnızlık

Metroda sabahın erken saatlerinde başını öne eğmiş, kulaklığını takmış, yüzünde yorgunlukla dalıp gitmiş kalabalıkları gördünüz mü? İşte bu görüntü, tükenmişliğin en net fotoğrafıdır.

Tatilde bile bilgisayarını kapatmayan, toplantıya bağlanmadan rahat edemeyen çalışanlar… Çocuğuyla parkta otururken bile telefondan iş mesajı yazan anne-babalar… Toplum olarak tükenmişlik belirtilerini normalleştirdik. Oysa bu sessiz çöküş, hem bireysel hem de toplumsal ruh sağlığımızı kemiriyor.

Yeniden Başlamak Mümkün mü?

Tükenmişlikten çıkmak bir süreçtir. Ama küçük adımlar bile fark yaratabilir:
• Dinlenmeye izin verin. Dinlenmek zayıflık değil, insani bir ihtiyaçtır.
• “Yeterli” kavramını hatırlayın. Mükemmel olmak zorunda değilsiniz.
• Sınırlar koyun. Her şeye yetişmek mümkün değil.
• Yakınlarınızla konuşun. Sessizlik yerine paylaşmak ilişkileri besler.
• Kendi değerinizle temas kurun. Siz sadece başarılarınızla değil, varlığınızla değerlisiniz.

Son Söz: Kendine Yetişmek

Tükenmişlik bize aslında şunu fısıldıyor: “Dur, kendini duy.”

Çünkü insan yalnızca çalışan, üreten, koşan bir varlık değildir. Hissetmeye, bağ kurmaya, anlam aramaya ihtiyacı vardır.

Koşarken kendimize yetişemediğimizde, aslında hayatı da kaçırıyoruz. Sabah işe giderken yanımızdan geçen bir çocuğun gülüşünü, akşam sofradaki sıcak sohbeti, pencereden süzülen gün batımını… Yani hayatın bize sunduğu küçük ama anlamlı anları göremez hâle geliyoruz.

Tükenmişlik, görünmez bir alarm gibidir. Bedenimiz ve ruhumuz bize “artık dur” der ama biz genellikle bu sesi duymamayı tercih ederiz. Oysa asıl dönüşüm, o fısıltıya kulak verdiğimizde başlar. Kendimize, “Ne hissediyorum? Ne istiyorum? Ne kadarına gerçekten ihtiyacım var?” diye sorduğumuzda, yeniden yaşamla temas kurarız.

Unutmayalım ki kimse sürekli güçlü olmak zorunda değil. Zayıf hissetmek, yorulmak, yavaşlamak insana dairdir. Kendimize bu hakkı tanımak, aslında en büyük cesarettir. Çünkü tükenmişliğin panzehiri, daha çok çalışmak ya da daha fazla üretmek değil; kendimize insan olduğumuzu hatırlatmaktır.

Ve belki de en önemli nokta şu: Hayata yetişmeye çalışırken, önce kendimize yetişelim. Çünkü kendine yetişen insan, hem ilişkilerine hem de topluma daha sahici, daha güçlü bir şekilde dokunur. Sessiz çöküşü fark etmek, işte bu yüzden, sadece bireysel değil; toplumsal bir iyileşmenin de ilk adımıdır.

Mahsun Eren Kılıç
Mahsun Eren Kılıç
Bingöl Üniversitesi Psikoloji Bölümünü tamamlayan Mahsun Eren Kılıç, Lisans eğitimi sırasında Özel Kreş, Klinik, Hastane ve danışmanlık merkezlerinde stajyer psikolog olarak olarak staj yapmıştır. Bilişsel Davranışçı Terapi, EMDR terapi, Şema Terapi, Evlilik ve Çift Terapisi, Oyun Terapisi, Kum ve Masal terapisi ve Cinsel Terapi eğitimlerini alan Mahsun Eren Kılıç; Çocuk değerlendirme testleri, WISC-R ve WISC- 4 zeka testlerini klinik tanı ve tedavi yöntemlerinde eğitimlerini tamamlamıştır. Psikolog Mahsun Eren Kılıç, Alanında uzman kişiler ve kurumlar tarafından verilen pek çok farklı konudaki eğitim, seminer, konferans, kongre ve workshoplara aktif olarak katılmıştır. Aldığı eğitimler sonucunda birçok terapi ve değerlendirme yetkinliğine sahiptir. Psikolog Mahsun Eren Kılıç; Çocuk, Ergen ve Yetişkinlerle Psikoterapi çalışmalarını sürdürmektedir. Bireysel Terapi, Online terapi, Aile ve Çift terapisi ve çocuk terapisi süreçlerine eşlik etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar