Ruh sağlığı, tıpkı bedensel sağlık gibi yaşamın sürdürülebilirliği için temel bir ihtiyaçtır. Ancak terapiye erişim, Türkiye’de ve dünyada hâlâ birçok kişi için oldukça sınırlıdır. Psikolojik destek almak, birçok birey için hâlâ “lüks” olarak görülmekte; sadece ekonomik değil, kültürel ve yapısal bariyerler nedeniyle de ulaşılamaz bir hizmet haline gelmektedir.
Bu yazı, terapiye erişimin neden eşitsiz dağıldığını ve bu eşitsizliğin sadece bireysel tercihlere değil, aynı zamanda sosyal, politik ve ekonomik yapılara dayandığını incelemeyi amaçlıyor. Konuyu değerlendirirken, hem bireylerin karşılaştığı görünmeyen engelleri hem de ruh sağlığı hizmetlerini sunan profesyonellerin gerçekçi koşullarını birlikte ele alıyoruz.
Terapiye Erişim: Bir Hak mı, Ayrıcalık mı?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), ruh sağlığını sadece psikiyatrik hastalığın olmaması değil, bireyin üretken olabilmesi, potansiyelini gerçekleştirebilmesi ve stresle başa çıkabilmesi olarak tanımlar (WHO, 2022). Bu tanım, terapiyi yalnızca bir “tedavi” değil, sürdürülebilir yaşam kalitesinin parçası olarak görmemizi sağlamaktadır.
Ancak Türkiye’de psikolojik destek hizmetleri büyük oranda özel sektörde sunulmakta, kamu hizmetlerinde ise psikolog sayısı oldukça azdır. Bir terapi seansının büyük şehirlerde fiyatları asgari ücretle geçen bir birey için bu hizmete erişilebilirliğini zorlaştırmaktadır. Devlet hastanelerinde ise randevu bulmak güç, seans süreleri sınırlı ve uzmanların iş yükü çok yoğundur. Bu tablo, terapiyi ihtiyaçtan çok “imkanı olanın ulaşabildiği bir hizmet” haline getirmektedir.
Toplumsal sınıf farklılıkları, ruh sağlığına erişimi derinden etkiler. Araştırmalar, düşük gelirli bireylerin ruh sağlığı sorunlarına daha fazla maruz kaldığını ancak terapiye başvurma oranlarının çok daha düşük olduğunu gösteriyor (Santiago et al., 2013). Çünkü bir yandan ekonomik kaynakları sınırlı, diğer yandan da sosyal damgalanma, zaman yetersizliği ve bilgi eksikliği gibi engellerle karşı karşıyalar. Psikoterapötik hizmetlere erişemeyen bireyler, sıklıkla semptomlarını bastırarak yaşamlarına devam etmeye çalışıyor. Bu bastırma hali, psikososmatik şikayetlere (örneğin kronik ağrılar, uyku bozuklukları) neden olabiliyor ve işlevselliklerini düşürüyor. Böylece ruhsal destek alamamak, yalnızca psikolojik değil, bedensel ve sosyal sorunları da beraberinde getiriyor.
Psikologlar mı, Sistem mi? Sorunun Gerçek Kaynağı Kim?
Terapiye erişim pahalı olduğunda, çoğu zaman bunun sorumlusu psikologlarmış gibi algılanabiliyor. Ancak psikolog olmak, yıllar süren akademik eğitim, yüksek lisans, süpervizyonlar, test ve teknik eğitimler, etik sorumluluklar ve sürekli mesleki gelişim gerektirir. Bu süreç, hem maliyetli hem de duygusal olarak yoğun bir emek sürecidir. Kamu kurumlarında yeterince psikolog kadrosu açılmadığında, uzmanlar geçimlerini sağlayabilmek için özel sektöre yönelmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla terapi ücretlerinin yüksekliği, psikologların “tercihinden” değil, devletin bu meslek grubunu yeterince desteklememesinden kaynaklanıyor. Psikologları hedef göstermek yerine, ruh sağlığı hizmetlerini kamusal bir hak olarak tanımayan ve yaygınlaştırmayan sistemin sorumluluğu ele alınmalıdır.
Görünmeyen Engeller: Kültür, Cinsiyet ve Damgalama
Ekonomik eşitsizlikler kadar önemli olan bir diğer konu ise, kültürel ve toplumsal normlardır. Kolektivist toplumlarda duyguların paylaşılması “zayıflık” olarak algılanabilir. Erkeklerin terapiye daha az başvurması, yardım istemenin güçsüzlükle ilişkilendirilmesi gibi kalıplar da bu durumu besleyebilir (Mahalik et al., 2007). Kadınlar ise sıklıkla bakım verme rollerine sıkıştıkları için kendİ ruhsal ihtiyaçlarını göz ardı edebilmektedir. LGBTİ+ bireyler, göçmenler ve travma geçmişi olan gruplar ise hem daha fazla psikolojik risk altındadır, hem de yeterli ve güvenli hizmete erişimde daha fazla engelle karşılaşmaktadır. Yani terapiye ulaşamamak, yalnızca destek eksikliği değil; duygusal yalnızlık ve toplumsal dışlanmışlığın da bir göstergesi olabilmektedir.
Yapısal Çözümler: Eşitlikçi Bir Ruh Sağlığı Politikası Mümkün mü?
Türkiye’de henüz bağımsız ve kapsayıcı bir Ruh Sağlığı Yasası bulunmamaktadır. Bu eksiklik, yalnızca hizmet alan bireyleri değil; alanda çalışan uzmanları da belirsizlik içinde bırakmaktadır.
Yapısal olarak geliştirilebilecek adımlar şunlardır:
-
Aile sağlığı merkezlerine, belediyelere ve okullara psikolog istihdamı,
-
Devlet destekli veya hibrit modellerle online psikolojik destek altyapısının oluşturulması,
-
Belediyeler aracılığıyla ücretsiz psikolojik danışmanlık merkezlerinin yaygınlaştırılması,
-
Psikologların etik ve mesleki haklarını koruyan, denetleyici değil destekleyici bir düzenleyici çerçevenin kurulması,
-
Ruh sağlığı hizmetlerine dair damgalamayı azaltacak kamuya açık farkındalık kampanyalarının yapılması.
Finlandiya, Birleşik Krallık ve Kanada gibi ülkeler bu modellerin etkili örneklerini sunmaktadır. Türkiye’de de bu adımlar atıldığında, terapiye erişim ekonomik düzeyin değil, ihtiyaç düzeyinin belirlediği bir hizmet haline gelebilir.
Sonuç
Terapi, yalnızca hastalıkların iyileştirildiği bir süreç değildir; insanın kendini tanıdığı, yüklerini hafiflettiği, ilişkilerini düzenlediği bir alan sunar. Ancak bugün geldiğimiz noktada terapi, yalnızca maddi gücü olan bireylerin erişebildiği bir destek biçimine dönüşmüştür.
Bu durumun sorumluluğu psikologlara yüklenemez; onlar da sistemin içinde var olmaya çalışan, emeği yüksek ama güvencesi düşük profesyonellerdir. Esas sorumluluk, ruh sağlığını bireysel değil kamusal bir hak olarak tanıyan, eşitlikçi ve yaygın bir sistem kurmayan yapısal politikalardadır. Eğer bir toplumda yalnızca ayrıcalıklı bireyler psikolojik destek alabiliyorsa, orada sadece sağlık değil; adalet, fırsat eşitliği ve toplumsal barış da tehdit altındadır. Terapi bir lüks değil; yaşanabilir bir hayatın sürdürülebilir parçasıdır.
Kaynakça
• World Health Organization. (2022). Mental health and well-being.
https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/mental-health-strengthening-our-response
• Santiago, C. D., Kaltman, S., & Miranda, J. (2013). Poverty and mental health: How do low-income adults and children fare in psychotherapy? Journal of Clinical Psychology, 69(2), 115–126. https://doi.org/10.1002/jclp.21951
• Mahalik, J. R., Burns, S. M., & Syzdek, M. (2007). Masculinity and perceived normative health behaviors as predictors of men’s health behaviors. Social Science & Medicine, 64(11), 2201–2209. https://doi.org/10.1016/j.socscimed.2007.02.035