Şizofreni, ruh sağlığı alanının en ilgi uyandıran, merak edilen ve hala gizemi çözülmemiş psikiyatrik bozukluklardan biri olarak söylenir. Ancak bu hastalığı sadece psikiyatrik bozukluk olarak değerlendirmek de yanlış olmaktadır. Şizofreniyi en basit halinde tanımlamak gerekirse;
Şizofreni: algı, düşünce, davranış, duygularda ciddi bozulmaların görüldüğü, gerçeklerden uzaklaşarak bireyler arası iletişimin de azaldığı, bireyin kendisine farklı bir dünya sunarak gerçek dünya ile arasında işlevselliğin azaldığı, genellikle genç yetişkinlik evresinde ortaya çıkan, nörolojik olarak da birçok sorunun getirdiği psikiyatrik bozukluktur.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre Dünya nüfusunun yaklaşık %1’lik kısmı şizofreni tanılı bireylerden oluşmaktadır. Dünya nüfusuna oranla %1’lik kısım çok az gibi görünse de, şizofreni tanısı alan birey bu durumdan tek başına etkilenmez. Şizofreni, yalnızca bireyin değil, aynı zamanda aile yakınlarını ve sosyal çevresini de yakından etkileyen bir bozukluktur.
“Peki bu şizofreni nasıl ortaya çıkmaktadır?” sorusunu sorduğumuzda belirtiler ve bunları etkileyen durumlara değinelim. Şizofreninin çıkış nedeni tek bir nedenden kaynaklanmaz. Birçok faktörü birlikte ele almak gerekir. İlk bakışta aklımıza gelen genetik faktördür. Yani ailede şizofreni öyküsü bulunması bu riski arttırır. Daha sonrasında nörolojik kısmı devreye girer; yani beyin kimyasında özellikle dopamin ve glutamat (nörotransmitter) sistemlerindeki belirsizlikler, bu şizofreninin ortaya çıkmasında rol oynamaktadır.
Daha sonrasında çevresel etkenler dediğimiz çocukluk travmaları, erkeklerde ağır askerlik yaşantıları, yoğun stres, baskı, doğum sırasında yaşanan komplikasyonlar da bu bozukluğu yakından etkilemektedir.
Ortaya çıkış durumlarını da incelediğimize göre belirtilerine değinebiliriz. Şizofreni belirtileri 3 ana grupta incelenebilir. Bunlar:
Pozitif Belirtiler
Bireyde daha önce sahip olmadığı ama sonradan ortaya çıkan ve fark edilen belirtilerdir. Halüsinasyonlar (olmayan sesler duymak, olmayan nesne ve kişileri görmek), sanrılar (olmayan bir olay örgüsüne inanmak, aşırı bir olay örgüsüne bağlı kalmak) vb.
Negatif Belirtiler
Enerji düşüklüğü, duygusal boşluk-donukluk, iletişim azlığı, sosyal hayattan çekilme gibi belirtiler. Bu belirtiler sıklıkla depresyonla da ilişkilendirilir ve karıştırılmaktadır.
Bilişsel Belirtiler
Dikkat dağınıklığı, hafıza sorunları, karar vermede güçlük gibi durumları kapsar. Bireyin günlük yaşantısında günlük işlerini organize etmesini zorlaştırarak bu durumları ertelemesine veya yapamamasına yol açar.
Bu belirtiler, ana belirtiler olarak söylenebilir. Tanı ve tedavi kısmı ise uzman bir psikiyatristin kapsamlı değerlendirmesiyle konulur. Bu belirtilerin belli bir zaman aralığında ve bireyin günlük yaşamını belirgin şekilde etkilemesi, tanı koyulmasında en büyük etkenlerden biridir.
Tedavi sürecinin temelinde iki şey çok önemlidir. Bunlar:
-
Antipsikotik ilaçlar ve düzenli aralıklarla psikoterapilerdir.
-
Antipsikotik ilaçlar, beyindeki kimyasal dengesizliklerin düzenlenmesinde rol oynar. Düzenli psikoterapi ise bireyin sosyal yaşantısına tekrardan adapte olmasını, aile desteğini ve topluma yeniden dönmesini sağlar.
Bilinenin aksine, günümüzde erken tanı ve tedavi sayesinde şizofreni tanısı almış bireyler sosyal yaşantıları içinde günlük işleyişlerini yerine getirerek üretken bir yaşam sürmektedirler.
Ne yazık ki şizofreni, en çok yanlış anlaşılan ruhsal bozukluktur. Toplumda ve medya aracılığıyla sürekli tehlikeli ve şiddet eğilimli olduklarına dair önyargılar vardır. Ancak şizofreni tanısı almış bireylerde çoğu zaman şiddet mağduru olduğu görülmektedir. Bu tür önyargılar, sadece bireylerin kendi yolunu bulmasını engellemekle kalmaz, toplum tarafından dışlanmasına da yol açar.
Şizofreni, zihnin kilitli kalmış odasıdır. Tam keşfedilmemiş bu bozukluk, ancak doğru tanı ve tedavi yöntemleri ile o odanın kilidini açabilir. Hepimiz ruh sağlığımızla ilgili desteğe ihtiyaç duyarız. Bu nedenle şizofreni gibi bozuklukları anlamak, damgaları yıkmak ve farkındalık yaratmak, yalnızca bu hastalığı yaşayan bireyler için değil, toplumun bütünlüğü için de önem taşır.