Modern insanın zihni, neredeyse hiç susmayan bir radyoya dönüşmüş durumda. Sadece dış dünyanın değil, iç dünyanın da sesi kısılmış halde. Sessizlik, artık huzur değil tehdit olarak algılanıyor. Kulaklarımızdan eksik olmayan müzik, dizi arka planları, TikTok videoları, YouTube içerikleri… Tüm bu seslerin ardında, bireyin kendi düşüncelerinden kaçışı var. Bir tür zihinsel gürültü hali. Peki, neden sessiz kalamıyoruz? Daha önemlisi, bu sessizlikten neden bu kadar korkuyoruz?
Duyusal Tıkanma ve İçsel Kaçış
Beyin, uyarana aç bir yapı. Fakat modern yaşamda bu açlık suni bir doyurulma haliyle karşılanıyor. Örneğin, evde yalnız kaldığımızda ilk refleksimiz sessizliği bozmak: Spotify’dan liste açılır, Netflix arka planda döner, biri bize seslenmiyorsa bile bildirimlerimizin sesi devrededir. Bu, basit bir alışkanlık değil; sinir sistemimizin diseregüle hâlinin bir dışavurumu. Dijital uyarana bağımlılık, modern yaşamın görünmez normu hâline gelmiştir.
Amerikalı nörolog Dr. Daniel Levitin, sürekli çoklu görev (multitasking) halinin beyinde bilişsel yorgunluğu artırdığını, kortizol düzeylerini yükselttiğini söylüyor. Yani zihinsel gürültü yalnızca bir tercih değil, uzun vadede sinir sistemi için de bir stres kaynağına dönüşüyor.
Düşüncelerle Kalmanın Zorluğu
Zihinsel sessizlikten kaçınma davranışı, çoğunlukla bastırılmış düşüncelerle baş başa kalma korkusuyla ilgilidir. Düşünceler akmaya başladığında gelen kaygı, pişmanlık ya da anlam arayışı – bunlar kişiyi bilinçdışı düzeyde rahatsız eder. Bu nedenle sürekli dış uyarana başvururuz. Yalnız kalırsam düşünürüm, düşünürsem hissederim, hissedersem yorulurum gibi örtük bir inanç devrededir.
Birçok terapötik süreçte, danışanların ilk başta zihinsel sessizlik ortamına dayanmakta zorlandıkları görülür. Duygularını bastırarak yaşamaya alışan birey, sessizliğin içinde bastırdığı her şeyle yüzleşir. Bu noktada sessizlik, yalnızca bir ses eksikliği değil, içsel temasın mecbur kaldığı bir alan hâlini alır.
Bilinçli Sessizliğin Terapötik İşlevi
Araştırmalar gösteriyor ki, düzenli sessizlik pratiği –örneğin bilinçli farkındalık egzersizleri veya doğa içinde geçirilen yalnız zaman– bireyin öz-düzenleme kapasitesini artırıyor. Harvard Medical School tarafından yapılan bir çalışmada, günlük 15-20 dakikalık sessizlik periyotlarının hem parasempatik sinir sistemi aktivasyonunu hem de odaklanmayı desteklediği ortaya kondu.
Terapötik olarak ele alındığında ise sessizlik, terapist ile danışan arasında derin bir alan açar. Sözlerin olmadığı o anlar, zihnin yeniden yapılanmasına izin verir. Aynı zamanda terapistin “duygusal eşlikçiliğini” sessizce hissedebilme fırsatı doğar. Bilinçli sessizlik, zihnin yeniden bağ kurmasını sağlayan bir iç alan yaratır.
Gürültüyü Alışkanlıktan Araca Dönüştürmek
Zihinsel gürültüye karşı çıkmak değil, onunla bilinçli bir ilişki kurmak gerekir. Müzik dinlemek ya da film izlemek, keyifli ve gerekli eylemler olabilir; fakat bu eylemler sürekli kaçışa dönüştüğünde zihnin kendiyle bağı kopar. Bu yüzden önerilen şey, gün içinde “kendini dinleme alanları” yaratmaktır:
-
10 dakikalık sessiz yürüyüşler
-
Ekransız bir kahve molası
-
Düşüncelerle “birlikte durmayı” deneme anları
Bunlar, zihnin kalabalığa değil, kendine dönebilmesini sağlar.
Zihinsel gürültü, kısa vadede kaygıyı bastırır gibi görünse de uzun vadede içsel karışıklığı derinleştirir. Sessizlik ise ilk başta rahatsız edici gelse de zamanla dönüştürücü bir nitelik taşır. Beyin, ancak sustuğunda kendi sesini duyar.
İç dünyamızda kalabalığın hükmü sürerken, belki de en devrimci hareket sessiz kalmayı öğrenmek olabilir.