Efsaneden Psikolojiye: Narsisizmin Yolculuğu
Narsisizm teriminin kökeni, Antik Yunan mitolojisinde geçen Narkissos’un trajik hikâyesine dayanır. Narkissos, doğuştan eşsiz bir güzelliğe sahiptir ve kendisine ilgi duyan herkesi geri çevirir. Aşık olduğu hâlde duygularını ifade edemeyen Eko isimli su perisi, Zeus’un gazabına uğrayarak yalnızca duyduğu sözleri tekrar edebilecek hâle gelir. Eko da Narkissos tarafından reddedilir ve büyük bir acıya sürüklenir. Tanrılar, kalplerini kırdığı bu varlıkların intikamı için Narkissos’u cezalandırır. Bir gün bir su kenarında yansımasını gören Narkissos, kendi görüntüsüne âşık olur. Bu karşılıksız aşk zamanla onu tüketir ve en sonunda yansımasına ulaşmak isterken suya düşerek yaşamını yitirir. Bu mitolojik anlatı, psikoloji alanında narsisizm kavramının doğuşuna ilham vermiştir.
Psikoloji Yazınına Girişi
Narsisizm terimi ilk kez 1898 yılında Havelock Ellis tarafından psikolojik bir çerçevede kullanılmıştır. Ardından Paul Nacke, narsisizmi kişinin kendi bedenine cinsel bir obje gibi yönelmesi şeklinde tanımlar. Bu yaklaşım, Narkissos’un kendi görüntüsüne olan hayranlığıyla benzeşir. Sigmund Freud ise 1910’da bu kavrama yer vermeye başlamış ve 1914’te kaleme aldığı “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” adlı makalesiyle psikanaliz kuramında bu kavrama teorik bir zemin kazandırmıştır. Freud’a göre narsisizm, bireyin libidosunu kendi benliğine yönlendirmesiyle ilgilidir.
Kuramsal Farklılıklar: Süreç mi, Süreklilik mi?
Zamanla birçok kuramcı narsisizmi farklı perspektiflerden ele almıştır. Freud, bunun gelişim sürecinde geçici bir evre olduğunu savunurken; Carl Jung ve bazı diğer kuramcılar, narsisizmin kalıcı bir kişilik özelliği olabileceğini ileri sürer. Kernberg, narsisizmi gelişimsel bir aşama olarak görürken; Kohut, bu durumu sağlıklı kişilik gelişiminin bir parçası olarak değerlendirir ve yaşam boyunca etkisinin sürdüğünü ifade eder. Christopher Lasch ise narsisizmi bireysel bir sorun olmaktan çok, toplumsal koşulların bir ürünü olarak tanımlar. Günümüz dünyasında yaygınlaşan narsisizmi, bireylerin stresle baş etme biçimi olarak görür.
Erken Deneyimlerin Rolü
Karen Horney, narsisizmi bireyin geçmişte yaşadığı olumsuzluklara karşı geliştirdiği savunma mekanizması olarak yorumlar. Ona göre, birey kendini eksik hisseder ve bu eksikliği kapatmak adına benliğini olduğundan daha üstün gösterir. Horney, narsisistik bireylerin sosyal ilişkilerinde zayıf olduklarını ve diğer insanlarla bağ kurmakta zorlandıklarını belirtir. Araştırmalara göre, narsisizmin kökeni çoğu zaman çocukluk dönemindeki ilgisizlik veya travmatik yaşantılara dayanmaktadır. Çocuklukta yeterince ilgi ve sevgi görmeyen bireyler, kendilerini koruma amacıyla dış dünyaya karşı duvarlar örer ve bu savunma zamanla kişiliklerinin bir parçası hâline gelir.
Narsisizmin İki Yüzü: Sağlıklı mı, Patolojik mi?
Narsisizm yalnızca psikopatolojik bir durum değildir. Sağlıklı narsisizm, bireyin kendine güvenmesini, dışsal yorumlara karşı benliğini koruyabilmesini ve içsel değerlerine sadık kalabilmesini sağlar. Bu, bireyin psikolojik dayanıklılığı açısından olumlu bir özelliktir.
Patolojik narsisizmde ise birey gerçekleri reddeder, kendini aşırı yüceltir ve eleştiriye kapalı hâle gelir. Bu kişiler çoğunlukla sorunlarını kabul etmez ve psikolojik destek almaya direnir. Terapötik süreçte motivasyonun az olması, tedaviyi zorlaştırır. Kernberg’in görüşüne göre, patolojik narsistler aslında kendilerine karşı büyük bir hoşnutsuzluk duyarlar. Dışarıdan özgüvenli görünseler de içsel dünyalarında yetersizlik ve kendinden nefret duyguları barındırırlar.
Narsistik Kişilik Bozukluğu (NKP)
DSM-V’e göre narsistik kişilik bozukluğu şu temel belirtilerle tanımlanır:
-
Kendini üstün ve eşsiz görmek
-
Sürekli takdir ve onay beklemek
-
Empati yoksunluğu
-
Diğerlerini kıskanmak ya da onların kendisini kıskandığını düşünmek
-
Kendi çıkarları için başkalarını kullanmak
Bu yapı, bireyin hem kendi hayatını hem de çevresindeki insanları olumsuz etkileyebilir. Ancak bazı özellikler fark edilip doğru yönlendirme ile işlevsel hâle getirildiğinde, bu bireyler yüksek potansiyelleriyle üretken ve topluma faydalı bireyler olabilirler.
Narsistik kişilik yapısı genellikle mükemmeliyetçiliği de beraberinde getirir. Bu da başarıya yatkınlık sağlayabilir; fakat bunun olumlu sonuçlar doğurması için bireyin farkındalık kazanması ve bu enerjiyi yapıcı bir yöne kanalize etmesi gerekir.
Narsist Bireylerle İlişkiler
Bu bireyler yaşamın her alanında karşımıza çıkabilir. Narsistik kişilik yapılanmasına sahip bireyler, çoğu zaman ilişkide karşısındakine rahatsızlık veren davranışlar sergilerler. Bu nedenle bu yapıyı fark etmemek pek mümkün değildir. Narsist bireylerle ilişki kurarken güçlü bir benlik duruşu sergilemek gerekir.
Çünkü bu kişiler olumsuz duygularla baş etmekte zorlanırlar. Kendilerini iyi hissedebilmek için çevrelerindeki kişileri olumsuz duygulara iterler. Siz kötü hissettikçe onlar rahatlar. Bu dinamik, narsistik kişinin kendi içinde yaşadığı kötü hislerden kaçma çabasıdır.
Bu kişiler ilişkide partnerlerini önce idealize eder, ardından bir anda değersizleştirebilirler. Eleştiriye karşı oldukça hassastırlar; ufacık bir eleştiri bile savunmaya geçmelerine veya karşı saldırıya yönelmelerine sebep olabilir. Bu nedenle onlarla yaşamak duygusal olarak yıpratıcı olabilir.
Genellikle kendilerine dair içgörüleri zayıftır ve terapiye geliş nedenleri çoğunlukla bir partnerin ya da çevrenin yönlendirmesiyle olur. Ancak sürece devam etme konusunda direnç gösterebilirler; çünkü bir başkasının onları “iyileştirebileceğine” inanmazlar.
Eğer bir ilişkide sürekli olarak kendinizi huzursuz, suçlu, yetersiz veya sıkça eleştirilmiş hissediyorsanız, partnerinizin narsistik özellikler taşıyor olabileceği ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak bunun bir kişilik bozukluğu olup olmadığını yalnızca bir ruh sağlığı uzmanı değerlendirebilir. Klinik gözlem ve detaylı değerlendirme olmadan kesin bir yargıya varmak doğru değildir.