Bedenden 21 gram daha eksildi, bir ruh daha göçtü bu dünyadan…
Toplum, Beden ve Ruh Üçgeninde
Psikolojik rahatsızlıkların, kanser hücresinden daha sinsi seviyede tahrip edici ve insan doğasının karanlık yüzünün bizleri bir kara delik gibi içine çekebiliyor olduğu gerçeğiyle tekrar yüzleşiyorum. Özellikle de bir kadın olarak daha çok sevilmek ve kabul görebilmek için sarf edilen varoluş çabasının, çoğu zaman yok oluşun boşluğuna karşı verilen savaş haliyle…
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyanın ışıltılı dünyasından tanıdığımız fenomen Nihal Candan’ın anoreksiya nervoza sebebiyle yaşamını yitirdiği haberiyle sarsıldık. Onun ölümü sadece bir kadının trajedisi değildi, aynı zamanda çürümüş sistemin dışa vurumuydu. Aynaya baktığımızda gördüğümüz bedenler, ruhumuzun boşluğunu da gösterebiliyordu. Ruh aç kaldıkça beden daha çok zayıflıyordu. Bu boşluk nasıl doldurulabilirdi? Bu ‘kaotik düzen’ çağında, görülmek ve onaylanmak uğruna yok olmaktan başka çare bulamayan ruhların sessiz çığlığına kulak vermek için kalemi elime alıyorum bu kez.
Bu yazımda, anoreksiya yalnızca fiziksel bir rahatsızlık olarak değil, kadın bedeni üzerine dayatılan kültürel baskılarla şekillenen bir olgu olarak ele alınıyor. Onaylanma ve görünürlük arzusunun ruhun derinliklerinde yatan nedenleri, kadın kimliğinin toplumsal ve psikolojik bağlamlarıyla inceleniyor. Özellikle, anne-kız ilişkilerinin anoreksiya üzerindeki çok katmanlı psikolojik etkilerine odaklanarak, bu rahatsızlığın karmaşık hallerini anlamaya çalışacağız.
Ruhun Yardım Çığlığı: Anoreksiya Nervoza
Anoreksiya nervoza, bireyin aşırı kilo alma korkusu ve beden algısını çarpık bir şekilde yorumlaması sonucu ortaya çıkan ve yaşamı tehdit eden bir yeme bozukluğudur; bu tanım, DSM-5’e göre şekillenmiştir (American Psychiatric Association, 2022). Bu rahatsızlığa sahip bireyler, tehlikeli derecede düşük kilolarda olsalar bile, bozulmuş gerçeklik algıları nedeniyle kendilerini kilolu görmeye devam edebilir. Anoreksiya, yalnızca fiziksel bir sorun değil, aynı zamanda bireyin psikososyal işlevselliğini derinden etkileyen bir ruhsal çöküştür.
Kısaca, anoreksiya, yemek yemeyi reddetmekten çok daha fazlasıdır; bu, bedenin ve ruhun yavaşça eriyerek yaşamdan uzaklaşması, benlik algısının ve özsaygının kaybolmasıdır.
Sosyal Medyanın Büyüsü ve Toplumsal Baskı
Ruhsal bozuklukların artışı, yalnızca bireysel acılarla değil, aynı zamanda bu rahatsızlıkların ciddiyetine dair toplumsal cehaletin yükselişiyle de kendini gösteriyor. Bu durum, içimde hüzün ve öfkenin iç içe geçtiği bir karmaşa yaratıyor. Günümüzde kadın bedeni, adeta bir proje gibi pazarlanıyor; sosyal medya ise bunu körüklüyor.
“Sıfır beden olursan güzel, zayıf olursan mutlu olursun” gibi mesajlar, bilinçaltımızı manipüle ederek beden algısımızı çarpıtıyor. Türkiye’de linç kültürünün sosyal medyada korkunç bir güce dönüştüğünü görmek zor değil. “Sıfır beden, binlerce beğeni” anlayışıyla şekillenen bu sanal dünya, birilerini hayattan koparan çürümüş bir sistemin parçasıdır!
Oysa zayıf olmak, değerli olmakla eşitlenemez. Sosyal medyanın filtreli, “mükemmel” fotoğraflarında estetikten ziyade yorgunluk da gizlidir. Bizler artık kadın bedenini bir vitrin objesi gibi görmekten vazgeçmeli, toplum olarak zorbalıktan önce empatiyi ve inceliği öğrenmeliyiz!
Sanıyorum ki anoreksiyanın dayattığı zayıflık, bireyden çok sistemin zayıflığını yansıtıyor.
Psikolojik Derinlik: Görünme Arzusu ve Kontrol İllüzyonu
Anoreksiya nervozanın altında yatan derin duygular; sevilme arzusu, değersizlik hissi ve kontrol ihtiyacı gibi temel duygularla iç içedir (Tasca & Balfour, 2014). Birey dış dünyaya karşı güvensizlik hissederken, kontrol etme isteğiyle de içsel bir çatışma yaşayabilir.
Bazı bireyler için kontrol edebildiği şeyler dış dünyadan daha çok kendi bedeniyle ilgilidir. Vücuda hâkim olmak, bir nevi dünyaya hâkim olmak gibidir; bu da bir çeşit güvenlik yanılsaması olarak ortaya çıkmaktadır.
Söz konusu olan şey, algı ve beden üzerinde bir kontrol etkisinden çok, çaresiz hislerle yaşanan bir boğuşma hâlidir.
Kadınlarda Daha Sık Görülüyor: Neden?
Araştırmalar, anoreksiya nervozanın kadınlarda erkeklere kıyasla yaklaşık on kat daha yaygın olduğunu gösteriyor (American Psychiatric Association, 2022). Peki neden?
Toplumsal cinsiyet rolleri, kadın bedeni üzerindeki kültürel baskılar ve medyanın dayattığı “ideal” beden normları, bu rahatsızlığın kadınlarda daha sık görülmesinde önemli bir etken. Dahası, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (2022) DSM-5-TR tanımında uzun süre kullanılan adet görmeme kriteri, erkeklerde anoreksiyanın tespitini zorlaştırarak bu farkı daha da belirginleştirdi.
Anne-Kız İlişkisi ve Anoreksiyanın Psikodinamik Kökleri
Psikodinamik çalışmalar, anne-kız ilişkisinin anoreksiyanın gelişiminde kilit bir rol oynadığını göstermekte ve annelerin eleştirel beden yorumlarının ya da kendi yeme bozukluğu öykülerinin, kız çocuklarında anoreksiya riskini artırdığını ortaya koymaktadır.
Örneğin, yeme bozukluğu olan annelerin kızlarının bu rahatsızlığa yakalanma olasılığı on bir kat daha yüksektir (American Psychiatric Association, 2022).
Psikoanalitik bakışta, anne-kız arasındaki “karşılıklı kontrol ve mükemmeliyetçilik” ilişkileri, bireyin kendi bedeni üzerinde kontrol kurma arzusunu tetiklemektedir. Bu arzu, genellikle çocuklukta anne figürüyle yaşanan çatışmalardan beslenir (Bruch, 1973).
Sessiz Çığlıklara Ses Olmak
Anoreksiya nervozadan yaşamını yitirenler, susturulmuş, görülmemiş ve fark edilmemiş duyguların bir hayata mâl olabileceğini hatırlatıyor bizlere. Nihal Candan da, bedenine sığamayan sayısız kadından biriydi.
Anoreksiya, yeme bozukluğunun çok ötesinde; depresyonla iç içe geçen, bireyin yaşam enerjisini sömüren, örselenmiş bir ruh hâlinin göstergesidir. Bu nedenle anoreksiya ile mücadele, tıbbi müdahaleler ile birlikte uzman ruh sağlığı desteği (psikoterapi) gerektirmektedir.
Bu mücadelede ilk adım, anoreksiya gibi psikiyatrik rahatsızlık yaşayan bireylerin sessiz çığlıklarına ses olmaktır.
Özetle; sevilmek, görülmek, duyulmak, kabul edilmek gibi varoluş çabaları… Bunlar çok insanca.
Diliyorum ki artık ‘birileri’, bir sonraki yorumunda “çok zayıflamışsın/kilo almışsın” dediğinde sadece fiziksel değişimi değil; bu değişimin ardındaki kişinin, görünmeyen acılarla kıvranan, kırılgan, güvensiz, değersizleştirilmiş, kusursuz olmaya zorlanmış ve çocukluğunda kendi bedeni üzerinden defalarca zorbalanmış bir insan olabileceği gibi ihtimalleri düşünerek konuşuyor olur.
KAYNAKÇA
American Psychiatric Association. (2022). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed., text rev.).
https://doi.org/10.1176/appi.books.9780890425787
Bruch, H. (1973). Eating disorders: Obesity, anorexia nervosa, and the person within. Basic Books.
Tasca, G. A., & Balfour, L. (2014). Attachment and eating disorders: A review of current research. International Journal of Eating Disorders, 47(7), 710–717. https://doi.org/10.1002/eat.22302