Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kaygının Yeni Yüzü: Mükemmeliyetçiliğin Klinik Maske Hâline Gelmesi

“Her şey kontrolümde olmalı, yoksa dağılırım.”
Bu cümle, son yıllarda terapi odalarında sıkça duyulan, tanıdık bir iç sesin dışavurumudur.
Dışarıdan bakıldığında oldukça başarılı, planlı, üretken ve sosyal açıdan aktif bireyler, iç dünyalarında ciddi bir baskı, kaygı ve kırılganlıkla mücadele etmektedir. Ne var ki bu kaygı, panik ataklarla ya da açık korkularla değil; mükemmeliyetçilik, aşırı kontrol ve düşmeyen yüksek performans aracılığıyla kendini göstermektedir.

Giderek daha fazla birey, günlük yaşamlarını yüksek işlevsellik içinde sürdürürken aslında görünmeyen bir kaygının esiri hâline gelmektedir. Bu yazı, tam da bu noktada, kaygının günümüzde nasıl biçim değiştirdiğini ve mükemmeliyetçilik adı altında nasıl maskelendiğini klinik psikoloji bakışıyla ele almaktadır.

Yüksek İşlevli Anksiyete: Modern Çağın Sessiz Salgını

Klinik pratiğe başvuran birçok bireyde giderek daha sık karşılaşılan bir tablo var: Yüzeyde işlevsel, üretken ve başarılı bir yaşam süren ama iç dünyasında yoğun kaygılarla boğuşan bireyler. Bu bireyler, genellikle çevreleri tarafından “güçlü”, “disiplinli” ya da “mükemmel” olarak tanımlanıyor. Ancak bu etiketlerin ardında çoğu zaman yüksek işlevli anksiyete olarak adlandırabileceğimiz bir durum gizleniyor.

Yüksek işlevli anksiyete resmi bir DSM tanısı değildir. Ancak klinik tablo, birçok terapistin aşina olduğu bir örüntüyü temsil eder: Birey dışarıdan “iyi” görünse de içsel deneyimlerinde sürekli bir huzursuzluk, hata yapma korkusu, kontrol kaybı endişesi ve zaman zaman panik belirtileri yaşar. Bu bireylerin en belirgin özelliği, bu duygularını aşırı kontrol, organize olma ve mükemmeliyetçilik ile yönetmeye çalışmalarıdır.

Mükemmeliyetçilik: Kaygının Parlak Zırhı

Mükemmeliyetçilik, yüzeyde yüksek standartlar ve çaba ile tanımlanırken, klinik açıdan bakıldığında çoğu zaman değer görme ihtiyacının savunmacı bir biçimidir. Özellikle erken çocukluk döneminde koşullu sevgiye maruz kalan bireyler için mükemmeliyet, “sevilmeyi hak etme çabası”nın yapısal hâlidir (Horney, 1950).

Bu bireyler için “iyi olmak” değil, “kusursuz olmak” bir zorunluluktur. Çünkü zihinlerinin bir yerinde şuna benzer bir inanç yatmaktadır:
“Eğer yeterince başarılı olursam, insanlar beni terk etmez.”
“Eğer hata yapmazsam, eleştirilmem.”
“Kontrol bende olursa, güvendeyim.”

Bu içsel kurallar, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle kurduğu ilişkileri biçimlendirir. Klinik uygulamada mükemmeliyetçi bireylerde en sık rastlanan düşünce örüntüleri, bilişsel çarpıtmalar olarak tanımlanan “ya hep ya hiç düşüncesi”, “felaketleştirme” ve “zihin okuma” gibi bilişsel tuzaklardır (Beck, 1995).

Psikodinamik Perspektif: İçsel Eleştirmen ve Kimlik Yapılanması

Psikodinamik kuramlar, mükemmeliyetçiliği yalnızca davranışsal düzeyde değil, benlik yapılanmasının bir parçası olarak değerlendirir. Özellikle nesne ilişkileri kuramına göre bireyin erken bakım verenle kurduğu ilişki, içselleştirilmiş bir “içsel eleştirmen” figürünün temelini atar (Kernberg, 1975). Bu eleştirmen, bireyin kendini sürekli yargılamasına, başarısını değersizleştirmesine ve asla yeterli hissetmemesine neden olur.

Yani birey aslında dış dünyadaki otoriteleri değil, kendi içindeki “onaylamayan ebeveyni” memnun etmeye çalışmaktadır.

Uzman Görüşü: Terapi Odasından Notlar

Bir psikolojik danışman olarak özellikle son yıllarda, mükemmeliyetçiliğin artan biçimde içsel kaygıyı maskelediğini gözlemliyorum. Özellikle kadın danışanlar arasında “iyi görünmek”, “başarılı olmak” ya da “kusursuz anne, çalışan, partner” rollerini aynı anda yürütme çabası altında ezilen çok sayıda birey var.

Bu bireylerde dikkat çeken ortak özelliklerden biri, duygularını ifade etmekte zorlanmalarıdır. Mükemmeliyetçilik çoğu zaman duyguların kontrol edilmesinin bir aracı hâline gelir. Üzüntü, öfke, kırılganlık ya da utanç gibi duygular “zayıflık” olarak kodlandığı için bastırılır ve bunun yerine üretkenlik, öz disiplin ve sürekli meşguliyet konur.

Yine terapötik süreçlerde, bu bireylerin gevşeme, hata yapma ya da “yetersiz hissetme” deneyimlerine yer açmaları, iyileşmenin önemli bir adımı hâline gelmektedir. Çünkü mükemmeliyetçi zihne göre gevşemek = savunmasız kalmak demektir.

Toplumsal ve Kültürel Yansımalar

Modern toplum, başarı odaklı, performans temelli bir yaşam tarzını ödüllendirmektedir. Özellikle sosyal medyada yaratılan “kusursuz hayat” illüzyonu, bireylerde “hep daha fazlasını yapmalıyım” algısını pekiştirmekte ve içsel huzursuzluğu artırmaktadır (Curran & Hill, 2019).

Böylesi bir kültürel zeminde mükemmeliyetçilik sadece bireysel bir eğilim değil, aynı zamanda sosyal olarak da teşvik edilen bir kişilik biçimidir. Bu da kaygının bireysel değil, sistemik bir sorun olarak ele alınmasını gerektirir.

Sonuç ve Klinik Öneriler

Mükemmeliyetçilik, yüzeyde “güçlü” görünse de, içsel düzeyde ciddi bir kırılganlık ve anksiyete barındırır. Bu nedenle klinik psikoloji değerlendirmesi yapılırken yalnızca işlevsellik değil, içsel deneyim de dikkate alınmalıdır.

Terapide bireyin kendi içsel eleştirmenini fark etmesi, duygularına temas etmesi ve hata yapmanın güvenli olduğunu deneyimlemesi iyileşmenin temel adımlarıdır.
Çünkü her şeyi mükemmel yapma ihtiyacının ardında çoğu zaman yalnızca tek bir duygu yatar: “Kabul edilme isteği.”

Bu noktada, klinisyenlerin müdahale planı oluştururken yalnızca bireysel dinamiklere değil, bireyin yaşadığı toplumsal bağlama da duyarlı olmaları önemlidir. Danışanın hayatına yerleşmiş “sürekli başarma” ve “asla yetmemek” şemaları, çoğu zaman sadece bireysel değil, kültürel kökenlidir. Özellikle iş dünyasında, eğitim sisteminde ve aile yapısında mükemmeliyetçiliği ödüllendiren yapılarla yüzleşmeden bireyin bu örüntüyü dönüştürmesi zorlaşır. Bu nedenle psikoterapi yalnızca bireysel içgörü çalışması değil, aynı zamanda içselleştirilmiş toplumsal beklentilerin sorgulandığı bir alan olarak da ele alınmalıdır.

Kaynakça

  • Beck, A. T. (1995). Cognitive therapy and the emotional disorders. Penguin.

  • Curran, T., & Hill, A. P. (2019). Perfectionism is increasing over time: A meta-analysis of birth cohort differences. Psychological Bulletin, 145(4), 410–429.

  • Horney, K. (1950). Neurosis and human growth: The struggle toward self-realization. Norton.

  • Kernberg, O. F. (1975). Borderline conditions and pathological narcissism. Jason Aronson.

  • Shafran, R., & Mansell, W. (2001). Perfectionism and psychopathology: A review of research and treatment. Clinical Psychology Review, 21(6), 879–906.

Mine Sıla Çetin
Mine Sıla Çetin
MEF Üniversitesi’nde Psikoloji ile Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanlarında çift anadal programını tamamlayan ve yüksek lisans eğitimine devam eden Mine Sıla Çetin; bütüncül oyun terapisi, kısa süreli çözüm odaklı terapi, kriz, travma, yas danışmanlığı, sınav kaygısı müdahaleleri, çocuk ve ergen değerlendirme testleri, terapötik kartlar gibi pek çok alanda uzmanlık eğitimleri almıştır. Mesleki ilgisi; çocuklar ve ergenlerin sosyal-duygusal gelişimini desteklemek, ailelere rehberlik etmek ve ruh sağlığını koruyucu, önleyici çalışmaları yaygınlaştırmak üzerine yoğunlaşmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar