Ferhat, Şirin için dağları delmiş, peki siz kaçıngan bağlanma stiline sahip birinin ördüğü duvarları delip kalbine ulaşabilir misiniz? Modern ilişkilerin karmaşası, bağlanma çeşitlerinin tabiri caizse en tehlikelilerinden birinin küllerinden doğmasına sebep oldu: Kaçıngan bağlanma.
Bağlanma Evleri ve Kaçıngan Duvarlar
İnsanlar doğar, büyür ve ölür denir; ancak büyümek tek kelimeyle geçiştirilemeyecek kadar kalabalık bir eylemdir. Büyürken ilk bakım verenlerimizle, ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişkilerle başlayan bağlanma stillerinden evler inşa ederiz. İnşa ettiğimiz bu evleri etrafımızdaki insanlarla doldururuz. Kimilerini yakın görüp içeri alırız, kimileri bahçedeki bankta oturup öylece beklerler.
Peki, bizim bu yazımızdaki başrollerimiz kaçıngan bağlananlar evlerini nasıl inşa eder? Yakınlık arttıkça uzaklaşmaya sebep olan kaçıngan bağlanma stilinin kapılarını aralayıp evlerini ziyaret edelim:
Yüksek duvarlar, dikenli teller, kimsenin arkasını göremediği kalın perdeler… Tek kişilik evlerinde yaşayan kaçıngan bağlananlar kimseyi evlerine almazlar. Her gelen misafir büyük bir istekle ve merakla adımını eve attığı anda kapı her seferinde bir öncekinden daha sert bir şekilde yüzlerine kapanır. Eğer yeterince temkinli yaklaşırlarsa bahçeye kadar ilerleyebilirler. Hep düşünür misafirler, “Nerede hata yaptım da içeri alınmadım?” diye, ama bilmediği bir şey vardır ki ev sahibi, evin kuytularını kendine bile açamamıştır henüz.
Evinde ayna bile yoktur; kendiyle yüzleşmesin, en büyük korkuları açığa çıkmasın, yüzünde görmeyi beklediği güzelliği göremeyince hayal kırıklığına uğramasın. Bazen en büyük kaçış başkasından değil, kendi duygularımızdandır. Ve filmin sonunda misafir, tüm bu yüksek duvarlardan korkup başka evlerin zilini çalmak için yola çıkar, kaçar gider.
“You can’t lose something you never had. (Hiç sahip olmadığın bir şeyi kaybedemezsin.)”
-
Andie, How to Lose a Guy in 10 Days (2003)
Kaçıngan Bağlananların İlişki Dinamikleri
Bir ilişkinin kötü sonla bitmesindense hiç başlamaması daha güvenli ve zararsız bir seçenektir kaçıngan bağlanan insanlar için. Ancak kötü sonuçlanma ihtimalinden kaçarken, en çok hissetmek istedikleri olumlu duygulardan, aşktan da mahrum kalırlar. Uzaktan bakınca içini ısıtan ama yaklaştıkça yakan bir ateştir onlar için bu duygular.
Duygu ne kadar fazla olursa kaybın acısı o kadar büyür; ateşe ne kadar yaklaşırsan o kadar yanarsın ve sönmek her yaklaştığında daha da sancılı olur. Bu yüzden ateşe olan mesafe hep güvenli, duygusal bağlara karşı örülen duvarlar hep dikenli ve kapılar her zaman kilitli olur.
Kaçıngan bağlananlar insanlardan değil, insanların yanlarında getirdiği hayal kırıklıklarından, korkulardan, eksikliklerden ve hatta fazlalıklardan kaçarlar. Onlar için ilişki başlatmaktan daha zor bir şey varsa o da ilişkiyi sürdürmektir. Bir insana bağlı veya bağımlı olmak, onların tüm gücünü alıp duygusal kararlara mahkum edecekmiş gibi gelir; ama duygusal olmak ve birine ihtiyaç duymak, onlar için kurdukları tüm temelin sarsılması demektir.
Kontrolü kaybedersen, hayatının savrulacağı yeri de bilemezsin. Ancak bazen bu kontrol, güvensizlik ve tek başınalık ağır gelir; çünkü insan maalesef ki yine insana muhtaçtır. Bu kontrolü paylaşma, hayatlarına birini dahil etme riskine giren kaçıngan bağlananlar; duvarlarından düşen her tuğlada duvarı daha da yükseltir ve en sonunda ne kendileri o duvarlardan çıkabilir ne de karşıdaki o duvarı delip tarih yazabilir.
Yüzeysel yakınlıkla yetinip duygusal bağ kurmaktan kaçarken aslında kimi kaybediyoruz; karşıdakini mi yoksa kendi duygularımızı mı?
Kaçıngan Bağlanmadan Çıkış: Farkındalık ve Cesaret
Peki, herkesten kaçınıp kaçıngan bağlanmaktan kaçamazsak, bu kapandan nasıl çıkarız, bu duvarları nasıl yıkarız, kendi içimizde yaşadığımız tüm zorlukları aşıp hayatımızın misafirlerini nasıl hak ettikleri baş köşeye koyabiliriz?
İlk adım farkındalık:
“Benim bağlanma stilimde bana zarar veren şeyler var, ben hayatıma insanları dahil etmek istiyorum ama onlar dahil oldukça ben hem hayatımdan hem onlardan uzaklaşıyorum” diyebilmek.
Bu farkındalık arkasından, “Sahip olmadığım bir şeyi kaybedemem; eğer bitince üzüleceğim bir ilişkim olmazsa aşk acısı da çekmem” düşüncesinden uzaklaşıp, hayattaki her şeyin zıttıyla var olduğu gibi, aşkın da acısıyla ve tatlısıyla, insanların da faydası ve zararlarıyla hayatımıza girdiğini ve aynı şekilde çıkabileceklerini göze almak gerekir.
En başından beri misafir diye tanımladığım insanlar çıkıp gitse bile ev hâlâ bizim evimizdir ve misafirlerin bıraktığı hiçbir hasar telafisiz değildir. Kaçınırken kaçırdığımız kişiler bize kalıcı zararlar vermezler; ancak kaçınırken aynadakinin pişmanlıklarından, mutsuzluklarından, yalnızlığından ve hatta kalabalığından kaçtığımızda, etrafımızdaki insanları değil, kendi hayatımızı kaçırırız.
Son Söz: Kendini Tanımak, Duvarları Yıkmak
Asıl zor olan birine yaklaşmak ve bağ kurabilmek değildir. En büyük zorluk, insanın kendini tanıma savaşında başlar ve bu savaş kazanıldıkça o yüksek duvarların çatlaklarında renkli çiçekler açmaya başlar.
Cok başarılı yazı, özellikle ev metaforu hoşuma gitti.