Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

İlişkilerde Kaybolmak: Kendi Benliğim Nerede Başlıyor?

“Biz” Olurken “Ben”i Kaybetmek

Bazen bir ilişkiye öyle bir hızla gireriz ki iki kişilik bir şarkı söylerken kendi sesimizin tınısını duymayı unuturuz. İlk zamanların büyüsü, ortak zevkler ve benzer hayaller; “biz”in sıcaklığında sarar fakat fark etmeden “ben”in sınırları buharlaşmaya başlar. Akşam planlarımız partnerimizin programına göre şekillenir, yorgun olsak da “bozmayalım” diye dışarı çıkarız, canımız istemediğinde bile “o üzülmesin” diye gülümseriz.

Tam bu esnada, Harriet Lerner’in uyarısı kulağımızda çınlar: “İlişkilerde en büyük kayıp, karşımızdakini kaybetmek değil, kendimizi kaybetmektir.” Bu cümle, romantik uyumun arka planındaki görünmez bedeli hatırlatır: Benlikten ödün verdikçe bağ güçlenmez, aksine orta vadede kırılganlaşır.

Kaybolmak Ne Demek?

İlişkide kaybolmak; kendi duygu, düşünce ve ihtiyaçlarımızın giderek sönükleşmesi, seçimlerimizin, değerlerimizin ve sesimizin partnerininkine eklemlenmesi demektir. Başlangıçta “uyum”, “fedakârlık” ya da “ilişkiyi beslemek” gibi görünen davranışlar, zaman içinde benlik alanımızı daraltır.

“Önemli değil, yeter ki o mutlu olsun” kalıbı, farkında olmadan bir yaşam felsefesine dönüşür. Bir noktada “Gerçekten ben ne istiyorum?” sorusunu sorduğumuzda, dürüst bir cevap bulmakta zorlanırız. Kaybolmanın paradoksu şudur: Yakınlaşmak için yaptığımız her küçük feragat, ölçüsüz hale geldiğinde yakınlığı değil, içsel uzaklığı büyütür. İçimizde görünmez bir mesafe oluşur. Partnerimizin yanında bile kendimize erişemediğimiz bir mesafe…

Neden Kayboluyoruz?

Bu dinamiğin kökleri çoğu zaman çocukluk deneyimlerimize uzanır. Sürekli eleştirilen ya da onay için bekletilen bir çocuk, yetişkin olduğunda sevilmek için uyum sağlamayı öğrenir. “Ben böyle istiyorum” demek, reddedilme ihtimaliyle aynı cümlede anılır.

Bu yüzden ilişkide ‘ben’ demektense ‘sen ne istersen’ demeyi daha güvenli bulur. Bazen de terk edilme korkusu, kişinin kendi sınırlarını bırakmasına yol açar. “Sesimi kısarsam kalır” düşüncesi, benliğin görünmez hale gelmesine neden olur.

Toplumsal anlatılar da bu zemini besler: “İki beden tek ruh” romantizmi, sınırları silmeyi bir ideal gibi sunar. Oysa sağlıklı bir ilişkide “iki beden tek ruh” değil, “iki ruh yan yana” vardır. Yani sevgi, ayrılığı dışlamaz; farklı iki benlik’in komşuluğunda filizlenir.

“Yakınlık, mesafenin yokluğu değil, sağlıklı bir mesafeden kurulan bağdır.”

  • Esther Perel

Kaybolmanın Sessiz İşaretleri

Kaybolma nadiren gürültüyle gelir; çoğu zaman minik uyumsuzluk anlarında kendini belli eder. Uzun süredir kendi başımıza vakit geçirmediğimizi fark ederiz, sevdiğimiz bir hobi “ilişki yoğun” gerekçesiyle askıya alınmıştır.

Karar verirken içimizde küçük bir tereddüt konuşur: “Ya o rahatsız olursa?” Duygularımızı ifade etmekten çekinir, “tatlı kalsın” diye yutarız ama yutulan her duygunun ilişkide başka bir yerden sızıntı yaptığını da görürüz. İçten içe küskünlük birikir; onun mutluluğu için yaptığımız fedakârlık, bize görülmediğimiz duygusunu getirir.

İşte burada isim koymak iyileştirici olur: Sorun sevgide değil, sınırların bulanık oluşundadır. “Ben ne hissediyorum, neye ihtiyacım var, ne istiyorum?” sorularına içtenlikle döndüğümüzde, kaybolduğumuz patikadan geri dönüş başlar.

Sınırlar: Bencillik Değil, Bağın Mimarisi

Sınır koymak çoğu kişiye bencilce gelir. Oysa ilişkilerde sınırlar, ilişkinin mimarisidir. Sınırlar, “buraya kadar” demek değildir. Sadece “buradan sonra ben varım, sen varsın ve aramızda değerli bir biz var” demektir.

Sınırı olmayan yakınlık, kısa süreli yoğunluk hissi yaratabilir fakat uzun vadede kimliksizlik ve kırgınlık doğurur. Sınırlar, sevginin çerçevesidir: Duygularımızı, zamanımızı, bedenimizi ve değerlerimizi güvenceye alır. Böylece ilişki, iki özgün kişinin buluşma alanına dönüşür.

Susan Johnson’ın bağlanma merkezli yaklaşımında vurguladığı gibi, güvenli bağ “benliğimi kaybetmeden sana yaklaşabilirim” deneyimiyle güçlenir; duygusal erişilebilirlik, kişisel sınırların netliğine yaslanır.

Kaybolmadan Sevebilmek: Pratik Bir Yol Haritası

Değişim, küçük ama tutarlı adımlarla başlar. Önce içsel radarımızı açarız: Gün içinde kaç kez kendi isteğimi geri çekiyorum? Hangi anlarda sesim kısılıyor? Bu farkındalığı suçlamadan, yargılamadan sürdürmek önemlidir.

Sonra duygularımızı “ben diliyle” ifade etmeyi deneriz: “Bugün yorgunum ve evde kalmak bana iyi gelir.” Basit bir cümle, benliğe açılan kapıdır.

Bireysel alanlarımızı bilinçli biçimde besleriz: Tek başına yürüyüş, bir kitabın içine dalmak, yıllardır ertelediğimiz bir kursa başlamak… Partnerle sohbetleri “memnun etme” gündeminden “kendini açma”ya çeviririz: Gerçekten ne düşünüyorum, neyden korkuyorum, neye heyecanlanıyorum? Bu zemin, yakınlığı derinleştirir.

Ve elbette, tıkandığımız yerde profesyonel destek almak bir lüks değil, ilişkisel sağlığı koruyan bir yatırımdır. Terapi, “ben” ile “biz” arasındaki sınır çizgisini belirginleştirir; ihtiyaç, istek ve değerlerimizi konuşulabilir kılar.

“Ben, Sen, Biz” Dengesi

Sağlıklı ilişkilerde denge cümlesi şudur: “Ben varım, sen varsın ve biz de varız.” Bu üçlüde hiçbir parça diğerinin gölgesinde kaybolmaz.

“Ben”i feda ettiğimizde, “biz” de uzun vadede zayıflar çünkü ilişkide bulunan kişi, kendi özüne tutunamadığında gerçek temas zorlaşır. Oysa iki farklı benliğin yan yana gelebilmesi, hem tutkuyu hem merakı canlı tutar. Farklılıklar çatışmanın değil, keşfin kapısı olur.

Kendi alanına sahip çıkabilen biri, partnerine de alan tanır. Bu karşılıklı nefes, bağın sürdürülebilirliğini sağlar. Lerner’ın dans metaforu burada hatırlatıcıdır: Yakınlığın dansı, adımların birbirini taklit etmesiyle değil, ritmi paylaşırken özgün kalabilmekle güzelleşir.

Kendini Kaybetmeden Yakın Olmak

Sevmek, kendini feda etmek değildir; iki yolu tek bir patikada zorla birleştirmek hiç değildir. Sevmek, iki kişinin yan yana yürüyerek bazen aynı manzaraya, bazen farklı ufuklara bakabilmesidir.

Kendi benlik’imizi koruduğumuzda, ilişkimiz zayıflamaz; aksine, dürüstlük ve seçim duygusuyla güçlenir. “Kendimi kaybetmeden sevebilirim” cümlesi, bir kopuş ilanı değil, daha derin bir bağın davetiyesidir.

Ve belki de asıl yakınlık, şu cümlede saklıdır:
“Ben olduğumda, bizimiz daha gerçek.”

Kaynakça

  • Lerner, H. (1989). The Dance of Intimacy. Harper & Row.

  • Perel, E. (2006). Mating in Captivity: Unlocking Erotic Intelligence. Harper.

  • Winnicott, D. W. (1965). The Maturational Processes and the Facilitating Environment. International Universities Press.

  • Johnson, S. M. (2008). Hold Me Tight: Seven Conversations for a Lifetime of Love. Little, Brown Spark.

Melis Öztürk
Melis Öztürk
Melis Öztürk, psikoloji alanında kapsamlı eğitim ve deneyime sahip bir psikologdur. Çocuk, ergen ve yetişkinlerle bireysel terapi alanında çalışmaktadır. Eklektik bir yaklaşımla, Şema Terapisi, Oyun Terapisi, Masal Terapisi, ACT (Kabul ve Kararlılık Terapisi), Sinema Terapisi ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) gibi çeşitli terapötik yöntemlerde derinlemesine eğitim almıştır. Toplumsal farkındalık çalışmalarına önem veren Melis Öztürk, üniversite hayatı boyunca pek çok farklı alanda staj yaparak alana dair deneyim kazanmış, gönüllülük çalışmalarına katılmıştır. Bunun yanı sıra, endüstri ve örgüt psikolojisi üzerine araştırmalar yaparak, çalışma ortamlarının insan davranışı üzerindeki etkilerini incelemiş ve bu alanda akademik katkılar sağlamıştır. Psikolojik iyilik hali ve farkındalık üzerine yazılar yazarak, klinik deneyim, araştırmalar ve akademik bilgiyle zengin içerikler üretmektedir. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra, klinik çalışmalarına devam etmek için çeşitli eğitimler almaya ve mesleki gelişimine katkı sağlayacak yeni alanlara yönelmeye devam etmektedir. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı yazılarında, insanlara psikolojik iyilik halini ve içsel farkındalıklarını geliştirme konusunda ilham vermeyi amaçlamaktadır

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar