Psikoloji bilimi hem felsefe hem de biyoloji ile bağlantılı olan bir disiplindir. İnsan zihnini ve davranışlarını anlama yolunda çaba gösteren psikoloji, hem dışsal hem de bilişsel süreçlerle ilgilenmektedir. Biyoloji genelde insan dışındaki diğer türler için daha net açıklamalar sunarken, insanın karmaşık yapısından dolayı tamamen biyolojik temelli bir açıklama henüz mümkün değildir. Özellikle bilişsel süreçlerin açıklanmasında biyolojinin tam olarak yetersiz kalması nedeniyle, felsefi açıklamalara da ihtiyaç duyulmaktadır.
İnsanın bir özelliği, sahip olduğu biyolojik yapı sayesinde kendi kaderini belirleyebilmesidir. Ancak insan, eninde sonunda bir hayvandır ve hayvanlar gibi canlılarda biyolojinin konusudur.
Psikoloji köken olarak biyolojik temelli bir altyapıya sahip olduğu gibi, bu iki alan arasında da çeşitli alt disiplinler bulunmaktadır. Psikoloji ve biyolojinin birleştiği noktaya biyopsikoloji denir. Beyni inceleyen nörobilim ve psikolojinin kesiştiği noktaya nöropsikoloji, insanların tarihsel süreç içinde davranışlarının nasıl şekillendiğini inceleyen alana ise evrimsel psikoloji denir.
Evrim ve Genetik
Geçmişten beri tartışılan doğa ve çevre ilişkisine değinmek gerekir. En çok hangisinin etkili olduğu uzmanlar arasında uzun yıllar boyunca tartışma konusu olmuştur. Davranışçılara göre çevre her şeydir; ancak güncel çalışmalar genetiğin de büyük bir etkisi olduğunu göstermektedir. Genetik, hem anne hem babadan rastgele olarak aktarılır.
Mayoz bölünme sürecinde karakterler rastgele olarak eşey kromozomlarına dağıtılır. Aynı şekilde döllenme sürecinde de rastgele biçimde karakterler ortaya çıkar. Genetik olarak baskın, çekinik ve eş baskın karakterler mevcuttur. Bu anlatılan genetik yaklaşım Mendel genetiğidir. Ancak daha sonrasında yapılan araştırmalar, genetiğin çevresel etkilerle anne karnından itibaren değişebileceğini ve bunun nesiller boyunca aktarılabileceğini göstermiştir. Yani çevrenin de etkisi küçümsenmemelidir.
Genetik aktarım; zeka, zihinsel rahatsızlıklar ve hafıza gibi çeşitli özelliklerin nesilden nesile geçmesini sağlar.
Peki evrim nereden bağlantılı? Evrim, bir dönüşüm sürecidir. Genetik süreçlerin rastgeleliğiyle birlikte mutasyon gibi süreçler sonucunda genetiksel bir çeşitlilik oluşur. Bu çeşitlilik içinde çevreye en iyi uyum sağlayan hayatta kalır. Bu sürece doğal seçilim denir. İnsanların çeşitli korkuları ve yetenekleri, atalarımızdan hayatta kalmamızı sağlamış biyolojik miraslardır.
İnsanın eski ataları diğer canlılar gibi doğaya bağımlıydı. Ancak evrimsel süreç ona büyük bir yetenek bahşetti: kendi kaderini belirleme. Tarihteki insanımsılar önce alet yapmayı, sonra ateşi kullanmayı, dili geliştirmeyi ve en önemlisi, alet ile alet yapmayı keşfettiler.
Hücre Bilgisi
Genel Hücre Yapısı
Hücresel yapılar, yaşamın en küçük ve en ilkel birimidir. Hücreler prokaryot ve ökaryot olmak üzere ikiye ayrılır. Ökaryotik hücreler, çekirdek ve farklı organeller gibi daha karmaşık yapılara sahiptir. Bir teoriye göre, iki hücrenin birleşmesi sonucunda ökaryotik canlılar oluşmuştur. Bu hücrelerden biri olan mitokondri, kendi DNA’sına sahip olmasıyla bu teoriyi desteklemektedir.
Bir ökaryotik hayvan hücresi genellikle çekirdek, organeller, sitoplazma ve hücre zarından oluşur. Çekirdek yönetim merkezidir. Sitoplazma hücrenin içini doldurur, organelleri vücuttaki organlara benzetebiliriz. Hücre zarı ise yarı geçirgendir ve madde geçişini sağlar. Madde geçişi ya protein kanallarından ya da zarın tabakasından geçer. Bu durum, maddenin boyutuna bağlıdır.
Nöronlar
Nöronlar, sinir sisteminin temelini oluşturan hücrelerdir. Elektriksel geçişle çalışırlar. Bu sayede hücreler arasında iletişim gerçekleşir. Nörotransmiterler denilen kimyasallar, duyguların ve bilişsel süreçlerin oluşmasını sağlar.
Nöronların anatomisine baktığımızda, dentrit ve akson olmak üzere iki ana bölüm görülür. Dentrit, hücreye giriş kapısı; akson ise çıkış yoludur. Bu iki yapı arasındaki bağlantı noktasına sinaps denir.
Beyin ve Merkezi Sinir Sistemi
Sinir sistemi merkezi ve çevresel olmak üzere ikiye ayrılır. Çevresel sinir sistemi, uzuvlardan bilgi alımı ve aktarımını sağlar. Merkezi sinir sistemi ise beyin, beyincik ve omurilikten oluşur.
Beyin, sinir sisteminin en önemli organıdır. En ilkel kısmı beyin sapıdır ve yaşamsal işlevlerden sorumludur. Beynin üst kısımlarında hipotalamus ve limbik sistem yer alır. Bu yapılar duyguların oluşumu ve bilişsel süreçlerde önemli rol oynar. Örneğin; amigdala korku ve öfke duygularında, hippokampus bellek işlevinde, talamus ise bilişsel süreçlerde etkilidir.
Beynin en dış katmanı kortekstir. Korteks evrimsel olarak en geç gelişen bölgedir ve insanlarda diğer canlılara göre çok daha büyüktür. Korteks, oksipital (görme), temporal (işitme) ve frontal lob (bilişsel yetenekler) gibi bölümlere ayrılır. Özellikle frontal korteks, bilişsel işlevlerle doğrudan ilişkilidir.
Ancak beynin esnek bir yapısı vardır; bu nedenle işlevleri kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir.
Diğer Sistemler ve Duyular
Endokrin Sistemi
Sinir sistemi dışında, vücuttaki psikolojik süreçleri etkileyen en önemli sistem endokrin sistemidir. Hormonlar aracılığıyla kimyasal iletişim sağlar ve bu hormonlar kan yoluyla yayılır. Beyne ise kan-beyin bariyeri aracılığıyla ulaşır.
Sinir Sistemi ve Diğer Sistemler Arası Etkileşim
Sinir sistemi diğer organları etkilediği gibi, diğer organlar da sinir sistemini etkileyebilir. Örneğin, bağırsaklar kendi sinir hücreleri sayesinde “ikinci beyin” olarak anılır. Bağırsakta bulunan bakteri faunası, duygusal iyi olma haliyle doğrudan bağlantılıdır.
Kalp atışı, nefes alma ve sindirim gibi süreçler hem duyguları tetikler hem de duygulardan etkilenir. Bu etkileşimi sağlayan temel yapılar sempatik ve parasempatik sinir sistemidir.
Duyular
Duyular, beynin dış dünyayı algılamasını sağlar. Geleneksel olarak beş duyu bilinse de, temelde bunlar üç ana kategoriye indirgenebilir: kinematik, kimyevi ve görsel duyular.
Kinematik duyular: Dokunma ve işitme.
Kimyevi duyular: Koku ve tat.
Görme: Işığın algılanmasıyla gerçekleşir.
Öznellik
İnsanın kendi kaderini tayin edebilmesi, hem genetik hem de bilinçsel temellere dayanır. Genetik belirlenmişlik bize bir özerklik sağlar. Bu özerkliğin adı bilinçtir. Bilinç, bir farkındalık durumudur. Bu farkındalığın diğer canlılarda veya makinelerde olup olmadığı hâlâ tartışmalıdır.
Bilişsel süreçlerde en etkili bölge prefrontal kortekstir. Bu yapı, korteks ve limbik sistem arasında köprü görevi görür. Ancak bilinç sadece bu bölgeyle sınırlı değildir; beynin farklı alanları da bilişsel becerilerle ilişkilidir.
Bilincin çözülemeyen gizemi, biyolojik olmayan açıklamalara başvurmayı gerektirmiştir. Bu noktada en büyük destek felsefeden gelir. Felsefe, öznel dünyayı içe bakış (introspeksiyon) yöntemiyle anlamayı sağlamıştır.
Sonuç
İnsan davranışları çok katmanlı ve anlaşılması zor bir yapıya sahiptir. Descartes’in “Cogito ergo sum” yani “Düşünüyorum, öyleyse varım” önermesi, insanın kendi farkındalığını özetler. Biz, içgüdülerimizin yanında var olan o muazzam bilince sahibiz.
Bir gün insan davranışlarının tüm yönleriyle açıklanabileceği umulmaktadır, ancak o gün henüz gelmemiştir.