Kronik hastalıklar, bireyin sadece beden sağlığını değil, ruhsal durum ve yaşantısını da son derece etkileyen durumdur. Bu hastalıklardan biri ise diyabet mellitus (şeker hastalığı), günümüzde yalnızca glukoz metabolizmasındaki sınırlı bir tıbbi sorun olarak ele alınmamaktadır. Aynı zamanda bireylerin duygusal, bilişsel ve sosyal işlevselliklerini etkileyen çok boyutlu bir sorun olarak ele alınmaktadır. (Peyrot, 2005) Diyabet tanısı alan bireylerin yaşadığı ruhsal zorluklar, hem hastalığın kontrolünü hem de bireyin genel yaşamını doğrudan etkilemektedir. Bu bağlamda, diyabetin psikolojik boyutlarını anlamak, etkili bir tedavi planı geliştirmek için vazgeçilmezdir.
Tıpta bazı hastalıklar sadece vücutta değil, insanın ruhunda da iz bırakır. Diyabet tam da böyle bir hastalık. Kan şekeri düzeylerindeki bozulma ile başlayan süreç, zamanla bireyin yaşam tarzını, ilişkilerini ve en önemlisi kendisiyle olan bağını etkileyen bir hâl alır. Hastalığın sürekliliği, bireyin hem fiziksel hem de psikolojik dayanıklılığını sınar. Psikolojik etkenlerdeki diyabetle baş etmedeki rolü ne yazık ki çoğu zaman göz ardı edilir.
Depresyon ve Umutsuzluk
Diyabet tanısı alan birçok birey, özellikle hastalığın ilk dönemlerinde kendini yalnız, tükenmiş ve umutsuz hissedebilir. Kimi zaman bu durum depresyona kadar ilerler. Yapılan çalışmalar, diyabetin sadece bedeni değil, ruhu da etkilediğini gösteriyor. Depresyon, glisemik kontrolü bozması nedeniyle hastalığın seyrini daha da karmaşık hâle getirebilir.
Anksiyete ve Kontrol Kaygısı
Birçok diyabetli birey, özellikle insülin kullananlar, sürekli olarak “Kan şekerim düşerse ne olur?”, “Ya fark etmezsem?”, “İnsülinim yeterli gelmezse?”, “Kan şekerim yükselirse?” gibi kaygılar yaşar. Bu kaygıların uzun süreli olması, bireyde anksiyete bozukluğuna yol açabilir.
Özellikle genç bireylerde, sosyal ortamlarda hastalıklarını saklama eğilimi bu kaygıyı daha da artırır.
Diyabet Disterisi: Adı Konmamış Bir Zorluk
Tıp literatüründe “diyabet disterisi” adı verilen durum, hastalığın kendisinden çok onunla yaşamanın getirdiği yükle ilgilidir. Sürekli dikkat gerektiren beslenme, ölçüm ve ilaç yönetimi gibi süreçler, kişide duygusal yorgunluk yaratabilir. Bu tür bir duygusal yorgunluk, zamanla tedaviye uyumsuzluk ve öfke hissi doğurabilir.
Bireysel Terapi ve Kabullenme Süreci
Diyabet tanısından sonra bireylerin yaşadığı inkâr, öfke, suçluluk gibi duyguların sağlıklı şekilde işlenebilmesi için psikolojik destek gereklidir. Psikoterapi, bireyin hastalığı kabullenmesini kolaylaştırır. Kabullenme, aslında mücadeleye açılan ilk kapıdır. Birey, hastalığı düşman gibi görmektense onunla yaşamayı öğrenmeye başladığında değişim de başlar.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ile Farkındalık
BDT, diyabetli bireylerde sıkça kullanılan ve etkili sonuçlar veren bir terapi yöntemidir. Bu yaklaşım, kişinin hastalığına dair olumsuz düşüncelerini fark etmesini ve daha işlevsel olanlarla değiştirmesini sağlar. Örneğin, “Ben zaten beceremiyorum” düşüncesi, “Zamanla daha iyi yöneteceğim” bakış açısına evrilebilir.
Aile ve Sosyal Destek
Birçok kişi, diyabetle ilgili zorlukları sadece kendi başına yaşar. Ancak aile ve yakın çevrenin anlayışı, desteği ve teşviki, bireyin tedaviye uyumunu artırabilir. Özellikle çocuklar ve ergenlerde aile desteği, hastalıkla baş etmede hayati rol oynar. Sosyal destek eksikliği, hastalıkla mücadeleyi zorlaştırır, yalnızlık duygusunu pekiştirir.
Sonuç
Diyabeti sadece bir metabolizma hastalığı olarak görmek, konunun bütününü ıskalamak olur. Bu hastalık, kişinin yaşam biçimini, duygularını, ilişkilerini ve kendilik algısını etkileyen çok yönlü bir durumdur. Psikolojik destek, sadece ruh sağlığı açısından değil, diyabetin kontrolü açısından da kritik öneme sahiptir. Gelecekte, diyabet tedavisinin psikolojiyle daha iç içe olduğu bir model, hem bireyin yaşam kalitesini artıracak hem de tedavi sürecini daha sürdürülebilir kılacaktır.
Diyabet hafife alınmamalıdır. Ciddi derecede önem arz eden bir hastalıktır. Toplumumuzda sürekli olarak yaşlı kesime atıf edilen bu rahatsızlık, genç çocuk ve ergen diyabetlileri oldukça etkilemektedir. Özellikle “Benim de dedem de vardı”, “Babaannemde kullanıyor bundan.” gibisinden söylemler çok fazla dile gelmektedir. Oysa ki toplum olarak kabullenmemiz gereken ilk durum, bu hastalığın her yaşta görülebileceğidir. Acınası sözler, ah vah etmeler asla dile getirilmemelidir. Sadece diyabet için değil, her hastalık için bu durum geçerlidir.
Ebeveynlerle birlikte sağaltım yapılmalı, iş birliği içinde olunmalı. Diyabeti bilmeyen herkese diyabet anlatılmalı, toplum farkında olmalıdır. Çeşitli seminerlerle bu durum desteklenmeli. Kendini kötü hisseden her diyabetli bireyin yardım çağrısı hafife alınmamalı; “Abartıyorsun” lafı hiçbir hastalığa karşı söylenmemelidir. Yaşamadan kimse bilemez; herkesin hastalıkla mücadelesi farklıdır.
Özellikle çocuk yaşta diyabete yakalanan bireylerde rutin kontrollere psikolojik destek de eklenmelidir. Diyabetli olduğunu arkadaşlarından, sevgiliden veya bulunulan ortamdan saklayan, kendini yetersiz hisseden bireylerle bireysel olarak terapiler yapılmalı; bunun bir eksiklik olmadığı karşı tarafa aktarılmalı ve bunun üzerine çalışılmalıdır.
Kaynakça
Anderson R. J. (2001). Diabetes Care, 24(6), 1069–1078.
Gonzalez J. S. (2008). Diabetes Care, 31(12), 2398–2403.
Fisher, L. (2010). Diabetes Care, 33(5), 1034–1036.
Ismail, K. (2004). The Lancet, 363(9421), 1589–1597.
Van Son, J. (2014). Diabetes Care, 37(9), 2427–2434.