Bir sabah, haberi açıyorsunuz: ormanlar yanıyor, şehirde bir patlama olmuş, insanlar sokakta öfkeli.
Görüntüler ekrana yansırken, elinizdeki çayı içmeyi unutuyorsunuz. Sanki kendi bedeninizin içinde de bir sessizlik, bir donakalma hissi oluşuyor. Nefes daralıyor, gözler ekranın bir köşesine takılıp kalıyor.
Dışarısı yanarken, içeride bir şey donuyor.
Bu yalnızca bir tepkisizlik değil. Bu, bedenin ve zihnin aşırı uyarılmaya karşı geliştirdiği kadim bir savunma: donma tepkisi.
Beynimiz, yaşamsal tehdit algıladığında savaş-kaç tepkisine ek olarak üçüncü bir yolu devreye sokar: hareketsiz kalmak, hissizleşmek, çevreden kopmak.
Bu, ne zayıflık ne de duyarsızlıktır. Tam tersine, aşırı yük altında çalışan sinir sisteminin “çökmeden ayakta kalma” çabasıdır (Van der Kolk, 2014).
Yangın haberlerini izlerken birçoğumuzun içten içe hissettiği bu donukluk, aslında beynin aşırı uyarılmaya karşı geliştirdiği bir koruma mekanizması biçimidir.
Travmanın Katmanları: Kişisel mi, Toplumsal mı?
Travma yalnızca bireysel bir mesele değildir.
Travmayı genellikle bireysel olaylarla bağdaştırırız: bir kaza, bir kayıp, bir ihmal. Ama bazı travmalar sessizce, kollektif alanlarda gelişir.
Toplumca maruz kalınan şiddet, belirsizlik ve kaos duygusu, bireyin bedeninde ve zihninde kalıcı izler bırakabilir. Özellikle tekrarlayıcı krizler – yangınlar, ekonomik çöküşler, toplumsal adaletsizlikler – insanın iç dünyasında bir “sürekli alarm hali” yaratır.
Psikoloji literatüründe buna kolektif travma ya da ikincil travmatizasyon (secondary traumatization) denir (Hirschberger, 2018).
Bu tür travmalar görünmez ama etkilidir; çünkü herkes aynı anda etkilenir, ama çoğu kişi bunu ifade edemez.
Birey bunların hiçbiriyle doğrudan karşı karşıya kalmasa bile, toplumsal travmalar bireyin iç dünyasında yankı bulur. Çünkü biz yalnızca birey değiliz; aynı zamanda bir toplumun, bir kültürün, bir ortak hafızanın taşıyıcılarıyız.
Toplumsal düzeyde yaşanan krizler bireysel düzeyde derin izler bırakabilir. Bu izler yalnızca zihinsel değil; bedensel, duygusal ve davranışsal düzeyde de hissedilir. Ve çoğu zaman, “Neden bu kadar yorgunum?”, “Neden hiçbir şeye odaklanamıyorum?” ya da “Neden sürekli tetikteyim?” gibi sorularla karşımıza çıkar.
Zihin-Beden İlişkisi: Tehlike Algısı Vücudu Nasıl Etkiler?
Kronik stres, bedenin biyolojik işleyişini bozar.
Beyin, sürekli alarm halindeyken kortizol salgısı artar; bu durum uzun vadede bağışıklık sistemini zayıflatır, uyku düzenini bozar, sindirim sistemini etkiler.
Dahası, beden çoğu zaman kelimelerin söyleyemediğini söyler. Yani travma sadece “akılda kalmaz”, bedene de kazınır (Scaer, 2007).
Bu yüzden bazı insanlar kriz dönemlerinde yorgunluk, mide problemleri, kas ağrıları ya da odaklanma güçlüğü yaşayabilir.
Bu belirtiler yalnızca fiziksel değil; duygusal yüklerin bedensel dışavurumlarıdır.
Kolektif Yas ve Duygusal Ayrışma
Toplum olarak yas tutmak, sadece bir kayıp sonrası ağlamakla sınırlı değildir.
Yas, tanımlanması zor duyguların işlenmesidir.
Toplumsal travmalarda çoğu zaman bu süreç yarım kalır. Çünkü bir yandan yaşanan olayın gerçekliği kabul edilmeye çalışılırken, öte yandan gündelik yaşama dönme baskısı yaşanır.
Bu “duygusal ayrışma”, bireyin kendi duygularını bastırmasına ve içsel bir yalnızlık hissine neden olabilir.
Oysa sağlıklı bir yas süreci, duygularla temas kurmayı ve bu duyguları ifade etmeyi içerir (Neimeyer, 2000).
“Sürekli Tetikteyim”: Belirsizlikle Yaşamak
Politik ve toplumsal istikrarsızlık dönemlerinde bireyin temel güvenlik duygusu sarsılır.
Ekonomik kriz, adalet sistemine duyulan güvensizlik, doğaya yapılan müdahaleler — hepsi zihinde şu soruyu doğurur:
“Yarın ne olacak?”
Bu kronik belirsizlik hali, bireyin yalnızca bugününü değil, gelecekle kurduğu hayalleri de etkiler.
Plan yapmak zorlaşır, karar almakta isteksizlik oluşur. Uzun vadede bu durum depresif belirtilere, kaygı bozukluklarına ya da sosyal geri çekilmeye neden olabilir.
Ne Yapabiliriz? Sessizlikte Bir Hareket Alanı Yaratmak
Toplumsal travmalar karşısında bireyin yapabilecekleri sınırlı görünse de, ruhsal dayanıklılığı artırmak ve iyileşme sürecini desteklemek mümkündür.
İşte birkaç öneri:
-
Donma Halini Fark Etmek
Kendinizi bir şey hissedemezken, boşlukta, kopuk ya da odaklanamaz halde buluyorsanız, bu yalnızca bir “ruh hali” değil; sisteminizin verdiği anlamlı bir tepkidir.
Bu durumu yargılamadan fark etmek, ilk adımdır. -
Duygulara İzin Vermek
Kızgınlık, üzüntü, umutsuzluk, suçluluk… Toplumsal krizler karşısında bunların her biri doğaldır.
Bu duygulara alan açmak, onların sizi ele geçirmesini değil; sizin onları tanımanızı sağlar. -
Mikro Temaslar Kurmak
Destek her zaman büyük konuşmalardan gelmez. Sessizce yan yana oturmak, birlikte bir kahve içmek, birinin varlığını hissetmek… Bunlar da dayanışmanın formlarıdır. -
Güvenli Alan/Anlar Yaratmak
Günlük hayatta kendini güvende hissettiğin, duyularını sakinleştiren küçük rutinler belirlemek…
Bu bir fincan çay, bir sıcak duş ya da bir deftere yazmak olabilir. -
Yaratıcılıkla İfade Alanları Açmak
Yazmak, çizmek, müzikle uğraşmak, hikâye anlatmak — duyguları doğrudan değil, sembolik yollarla ifade etmek de iyileştiricidir.
Travma üzerine çalışan birçok terapötik yaklaşım, sembolik ifadelerin dönüştürücü gücünü vurgular. -
Bilgiyle Temas, Aşırı Maruziyetle Değil
Habersiz kalmak kadar, sürekli habere maruz kalmak da ruhu zedeler.
Günlük haber tüketimini sınırlandırmak, yalnızca güvenilir kaynaklardan bilgi almak, zihinsel yükü hafifletmeye yardımcı olur.
Son Söz: Yangının İçinde Hayatta Kalan Parçalar
Dışarıdaki alevlerin içinde, içeride bir şeyin sessizce donması… bu bir çelişki değil, bir hayatta kalma stratejisidir.
Ama bu donmuş parçalar, yalnızca tanındıkça çözülür.
Kriz dönemleri, dayanıklılığı yalnızca güçlü olmakla değil; yavaşlamak, hissetmek ve insanca kırılganlığımıza alan açmakla yeniden tanımlar.
Belki şu anda kendinizi çaresiz, uzak ya da yorgun hissediyorsunuz. Bu çok insani.
Ama yalnız değilsiniz.
Ve bazen en büyük direniş, küçük bir temasta, derin bir nefeste, bir “ben de böyle hissediyorum” cümlesinde saklıdır.