Depresyon, kadınlar arasında yaygın bir ruh sağlığı sorunu olmanın ötesinde, nesiller arası aktarılan görünmez bir mirastır. Annelerin duygusal yükleri, kız çocuklarına sessizce aktarılırken, toplumsal cinsiyet rolleri ve kültürel beklentiler bu döngüyü beslemektedir. Bu yazıda, feminist psikoloji perspektifinden depresyonun nesiller arası aktarımını inceleyecek ve bu döngüyü kırmanın yollarını tartışacağız.
Sosyal Öğrenme Kuramı ve Depresyonun Aktarımı
Sosyal öğrenme kuramı, bireylerin davranışlarını çevrelerindeki kişileri gözlemleyerek ve taklit ederek öğrendiklerini savunur. Albert Bandura’nın bu kuramı, öğrenmenin sosyal etkileşim, gözlem ve taklit yoluyla gerçekleştiğini vurgular (Bandura, 1977). Bu bağlamda, bir kız çocuğu annesinin dünyayı algılama biçimini, stresle başa çıkma yöntemlerini ve öz-değerlendirmelerini gözlemleyerek kendi duygusal ve davranışsal repertuarını oluşturur. Eğer bir anne sürekli fedakârlık yapma zorunluluğu hissediyor, kendi ihtiyaçlarını görmezden geliyor ve duygusal öz-bakım eksikliği yaşıyorsa, bu tutumlar kızı tarafından öğrenilir ve içselleştirilebilir.
Türkiye’de Kadınlarda Depresyon Oranları
Türkiye’de yapılan araştırmalar, kadınlarda depresyonun yaygınlığının oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Örneğin, Kılıç (1996) tarafından yapılan bir çalışmada, Türkiye’de kadınlar arasında depresyon prevalansı %27,71 olarak bulunmuştur. Bu yüksek oran, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlara yüklediği sorumluluklar ve beklentilerle yakından ilişkilidir. Kadınlar, aile içi rollerinin duygusal yükünü taşırken, bu durum depresif semptomların artmasına neden olabilir (Özcan & Günüşen, 2012).
Feminist Psikoloji ve Kadınlarda Depresyon
Feminist psikoloji, kadınlarda depresyonun yalnızca bireysel bir sorun olmadığını, toplumsal yapılar ve cinsiyet rollerinin bir sonucu olduğunu vurgular (Brown, 2018). Toplumsal cinsiyet rolleri, kadınların yaşamlarındaki seçenekleri sınırlayarak, ev, iş ve özel hayatta çoklu görevler üstlenmelerine yol açar. Bu durum, nesiller boyu taşınan duygusal yüklerin temelini oluşturur. Bir anne, kendini yetersiz hissediyor olabilir ve çevresindeki beklentilere yetişmek için çabalarken, bu duyguları farkında olmadan çocuğuna aktarabilir. Kız çocuğu, annesinin çaresizliğini, mutsuzluğunu ve bastırılmış duygularını öğrenir ve kendi hayatında da benzer bir duygusal altyapı geliştirebilir.
Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Etkisi
Toplumsal cinsiyet rolleri, kadınların depresyon deneyimlerini şekillendirmede kritik bir rol oynar. Geleneksel toplumlarda, kadınların “iyi anne”, “fedakâr eş” ve “mükemmel ev hanımı” olma beklentileri, duygusal yüklerini artırır. Bu roller, kadınların kendi ihtiyaçlarını görmezden gelmelerine ve sürekli başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışmalarına neden olur. Örneğin, bir anne, çocuklarının ve eşinin ihtiyaçlarını kendininkilerin önüne koyduğunda, bu davranış kızı tarafından “normal” olarak algılanabilir. Bu durum, kız çocuğunun ileride benzer bir yaşam tarzını benimsemesine ve duygusal olarak tükenmesine yol açabilir.
Ayrıca, ekonomik bağımsızlıkın olmaması da kadınların depresyon riskini artıran bir faktördür. Ekonomik olarak eşlerine bağımlı olan kadınlar, kendilerini ifade etme ve karar alma özgürlüklerinden mahrum kalabilirler. Bu durum, özgüven eksikliği ve çaresizlik duygularını besleyerek depresyonu tetikleyebilir (Türk Psikologlar Derneği, 2020).
Feminist Psikoloji Çözüm Önerileri
Feminist psikoloji, kadınların depresyonunu anlamak ve tedavi etmek için toplumsal cinsiyet rollerinin etkisini dikkate alır. Bu yaklaşım, kadınların yaşadığı duygusal yüklerin bireysel değil, toplumsal kaynaklı olduğunu vurgular. Feminist terapide, kadınların güçlenmesi, özgüvenlerinin artırılması ve toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanması hedeflenir (Brown, 2018).
Nesiller arası depresyon döngüsünü kırmak için farkındalığı artırmak, destekleyici sosyal yapılar oluşturmak ve kadınların duygusal iyilik halini güçlendirecek politikalar geliştirmek şarttır. Bireysel düzeyde, annelerin kendi duygusal sağlıklarını önceliklendirmeleri, terapi ve psikososyal destek almaları teşvik edilmelidir. Çocukların erken yaştan itibaren duygusal ifade ve başa çıkma becerileri konusunda eğitilmeleri, toplumsal cinsiyet rollerinin esnetilmesi ve kadın dayanışma ağlarının güçlendirilmesi, nesiller boyu aktarılan yükü hafifletebilir.
Türkiye’de kadın destek merkezleri ve feminist psikoterapi yaklaşımlarının yaygınlaştırılması, bu sorunun çözümüne önemli bir katkı sağlayabilir. Ayrıca, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını artıracak politikalar, depresyonun nesiller arası aktarımını engellemede kilit bir rol oynayabilir. Kadınların ruh sağlığına bireysel bir sorun değil, toplumsal bir mesele olarak yaklaşmak, ancak kolektif bir dönüşümle mümkün olabilir.
Sonuç: Depresyonun Toplumsal ve Nesiller Arası Boyutu
Kadınlarda depresyonun nesiller arası aktarımı, yalnızca biyolojik yatkınlıkla açıklanamaz. Sosyal öğrenme, toplumsal cinsiyet rolleri ve duygusal miras bu aktarımda kritik bir rol oynar. Türkiye bağlamında değerlendirildiğinde, ekonomik zorluklar, toplumsal baskılar ve geleneksel cinsiyet rolleri kadınların ruh sağlığı üzerindeki yükü artırmaktadır. Toplumun kadınlara biçtiği roller, sessiz fedakârlık ve görünmez emeki alkışlarken, bu yüklenmenin psikolojik maliyetini göz ardı eder. Depresyon, sadece bir kadının bireysel problemi değil, aynı zamanda toplumsal yapının bir sonucu olarak düşünülmelidir.
Kaynakça
- Bandura, A. (1977). Social learning theory. Prentice Hall.
- Brown, L. S. (2018). Feminist therapy (Theories of psychotherapy series). American Psychological Association.
- Kılıç, C. (1996). Türkiye’de ruh sağlığı profili: Epidemiyolojik bir çalışma. Türk Psikiyatri Dergisi, 7(3), 3-10.
- Özcan, N. K., & Günüşen, N. P. (2012). Türkiye’de kadınların depresyon deneyimleri: Nitel bir çalışma. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 3(1), 15-22.
- Türk Psikologlar Derneği. (2020). Kadın ve ruh sağlığı raporu.