Cuma, Ağustos 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Anksiyete Bozukluğu; Ölüm ve Kaybetme Korkusunun Gölgesinde Yaşamak

Bazı duyguları anlamlandırmak, adını koymak zordur ama bedeninizde ve ruhunuzda bir ağırlık gibi hissettirir. İşte anksiyete yani kaygı da böyle bir histir. Kalbiniz çarpar, nefesiniz daralır, zihninizde ise hiç durmayan “ya şöyle olursa” gibi ısrarlı bir düşünce başlar. Bu ısrarlı düşünceler zihnimizi ve bedenimizi ele geçirdiğinde ve artık baş etmekte zorlanmaya başladığımızda bilmeliyiz ki aslında şu anda anksiyete bozukluğu yaşıyoruz (American Psychiatric Association [APA], 2022). Ama ben bu makalemde genel anksiyete bozukluğundan daha çok kaybetme korkusu ve ölüm korkusu ile ilişkili oluşan anksiyete bozukluğundan bahsedeceğim.

Peki Anksiyete Bozukluğu Nedir?

Anksiyete bozukluğu; kişinin gerçekçi olmayan, aşırı ve sürekli bir kaygı içinde olmasıdır. Bu kaygı, kişinin günlük yaşamının önüne geçer, işlevselliğini bozar. Genellikle kaygıya sebep olan belirli bir etken vardır ama bazen ortada hiçbir neden yokken bile kişi kendini diken üstünde hisseder (Kessler et al., 2005). Örneğin ölüm korkusu yaşayan bir kişi, bir yolculuğa çıkacağı zaman kaygı yaşayacağı gibi evde otururken de aniden “ya bana bir şey olursa” diye anksiyete yaşayabilir.

Ama unutmayın ki anksiyete, tek tip bir problem değildir. Her kişide farklı kaygılı düşüncelerle ortaya çıkar.

Kaybetmek ve Ölüm Arasında Sıkışmak

Hayatınızda her şey yolunda gibi görünse de içinizde anlamlandıramadığınız bir korku yaşayabilirsiniz. Dışarıdan bakıldığında neşeli, üretken, sorumluluk sahibi gibi görünen ama aslında iç dünyasında sürekli bir şeyleri kaybetme korkusu ile savaşmak zorunda kalan çok fazla insan var. Bu korkular en çok da sevdiklerine yöneliktir.

Mesela gece başınızı yastığa koyduğunuzda şu düşünceyle baş başa kalabilirsiniz:
“Ya yarın annem veya babam ölürse? Ya annem ya da babam hastalanırsa?”

Ama bazen bu korkular yön değiştirir ve şu halini alır:
“Ya ben ölürsem? Onlar bensiz ne yapar? Ailem benden sonra ya toparlanamazsa?”

Bu düşünceler ne kadar etrafımızdaki insanlara değer verdiğimiz ve sevdiğimiz için sağlıklı ve normalmiş gibi gelse de aslında anksiyeteden dolayı kontrol ihtiyacı ve belirsizlikle baş etmeye çalışmaktan kaynaklıdır (Clark & Beck, 2010).

“Ya Onlara Bir Şey Olursa?”: Sevdiklerini Kaybetme Korkusu

Düşünsenize annenizi arıyorsunuz, açmıyor. Birden içinize bir sıcaklık basıyor. Zihninizden hemen kötü düşünceler geçiyor, “Ya başına kötü bir şey gelmişse!”. Sağlıklı bir insan bu durumu “Meşguldür” deyip geçebilirken, anksiyete bozukluğu olan birinin içi rahatlamaz ve olumsuz düşünceler silsilesinde kalır. Kalbi hızlanır, eli ayağı titrer, zihni felaketlerle uğraşır (Clark & Beck, 2010).

“Ya Ben Olmazsam?”: Ölüm Korkusu Değil, Geride Kalacakları Düşünme Endişesi

Bazı insanlar da kendi hayatı üzerinden kaygı yaşar ama bu, kendileri için değil, geride kalacaklar içindir.

Mesela ailesiyle birlikte yaşayan birisini düşünelim:
Evden çıkarken “Ya ben bir kazada ölürsem ailemle kim ilgilenecek, onların ihtiyaçlarını kim karşılayacak?” gibi kaygılara kapılır.

Bu düşünce öyle baskındır ki kişi kendi ölümünden çok, ailesinin onun yokluğunda ne kadar zorlanacağını düşünür. Bunun sebebi ise genellikle fazla sorumluluk almak ve “Her şey bana bağlı” düşüncesine sahip olmaktır. Bu hem ağır bir yük hem de anksiyeteye zemin hazırlayan bir durumdur.

Kontrol Edilemeyen Gelecek ve Kaybetme Korkusu

Zihnimiz belirsizlikleri sevmez. Gelecek dediğimiz şey ise başlı başına bir belirsizliktir ve anksiyete bozukluğu olan kişiler bu belirsizlikle baş etmekte güçlük çekerler. Bu sebepten geleceği kontrol etmeye çalışırlar ve kendilerini rahatlatmak için en kötü senaryoları hazırlarlar. Ama rahatlamak yerine, olumsuz düşünceler içerisinde kaybolurlar.

Belirsizlikler hayatımız boyunca var olacak çünkü gelecek belirsizlik demektir. O sebepten geleceği düşünmek yerine anda kalmaya ve her anın tadını çıkarmaya çalışın.

Peki Bu Kaygıların Kaynağı Nedir?

Genellikle çocuklukta yaşanan güvensiz bağlanma, kayıp travmaları, aşırı sorumluluk yüklenmiş bir çocukluk yaşamaktan ve ebeveynlerin çok korumacı tutumundan kaynaklı bu düşünceler meydana gelmektedir (Bowlby, 1988).

Eğer erken yaşta ebeveynlerinden birini kaybetmiş ya da ağır hastalığa yakalandığına şahit olmuşsa, bireyin zihnine “sevgi demek kayıp demektir” gibi bir inanç yerleşir. Zamanla bu inanç, sevdiği herkesi kaybetme korkusuna dönüşür. Ve daha da önemlisi, kişi kendini o kadar merkeze koyar ki artık kendi yokluğu, sevdiklerinin yıkımı demektir.

Nasıl Yardım Alınabilir?

Anksiyete bozukluğu tedavi edilebilen bir ruhsal bozukluktur. Terapi teknikleriyle, yaşam tarzı düzenlemeleriyle ve gerekirse ilaç tedavisiyle kişinin yaşadığı kaygılarla baş etmesi sağlanır. Özellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT), kişilerin felaketleştirme, kontrol etme ve aşırı sorumluluk alma gibi düşünce kalıplarını dönüştürmede daha fazla etkilidir (Hofmann et al., 2012).

Ayrıca BDT ile kişinin anda kalmayı öğrenmesi sağlanabilir. Çünkü anksiyete bozukluğu en çok geçmişin pişmanlıklarıyla geleceğin belirsizliği arasında sıkışmış zihinlerdedir.

Sonuç Olarak

Anksiyete bozukluğu yaşayan biri yalnız değildir. Hepimiz zaman zaman bu duygularla baş etmek zorunda kalabiliriz. İşte o zaman yardım istemek, güçsüzlük değil, kendini önemsemek ve sorumluluk almak demektir.

Kaybetme korkusu ve ölüm korkusu ile yaşamak çok yorucu olabilir. Ama bu düşünceler bizim karakterimizi belirlemez, o yüzden anksiyeteyi yönetmeyi öğrenebilirsiniz.

Kaynakça

  • American Psychiatric Association. (2022). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed., text rev.; DSM-5-TR). Arlington, VA: American Psychiatric Publishing.

  • Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.

  • Clark, D. A., & Beck, A. T. (2010). Cognitive therapy of anxiety disorders: Science and practice. Guilford Press.

  • Hofmann, S. G., Asnaani, A., Vonk, I. J., Sawyer, A. T., & Fang, A. (2012). The Efficacy of Cognitive Behavioral Therapy: A Review of Meta-analyses. Cognitive Therapy and Research, 36(5), 427–440. https://doi.org/10.1007/s10608-012-9476-1

  • Kessler, R. C., Berglund, P., Demler, O., Jin, R., Merikangas, K. R., & Walters, E. E. (2005). Lifetime prevalence and age-of-onset distributions of DSM-IV disorders in the National Comorbidity Survey Replication. Archives of General Psychiatry, 62(6), 593–602. https://doi.org/10.1001/archpsyc.62.6.593

Elif Kübra Yıldırım
Elif Kübra Yıldırım
Ben Uzman Klinik Psikolog Elif Kübra Yıldırım 1997’ de Mersin’de doğdum ve 2015 yılına kadar Mersin’de yaşadım. 2016 yılında İstanbul Aydın Üniversitesinde Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümüne başladım ve 2020 yılında başarıyla mezun oldum. Lisans döneminde Uğur Okullarında ve Asil Okullarında stajımı yaptım ve TEGV’ de gönüllü olarak çocuklarla çalıştım. Mezun olduktan sonra tekrar Mersin’e döndüm ve Mersin Yenişehir Eğitim ve Kültüre Hizmet Derneğinde üç sene boyunca çocuklarla çalıştım. Psikoloji alanında birçok eğitim aldım ve almaya devam etmekteyim. Aile Danışmanlığı, Bilişsel Davranışçı Terapi, Şema Terapi, Duygu Odaklı Terapi gibi eğitimlerimi ve süpervizyonlarımı tamamladım. 2022 Yılında İstanbul Aydın Üniversitesinde Klinik Psikoloji üzerine yüksek lisansımı yaptım ve 2024 yılında başarıyla tamamladım. Şu anda Mersin’de Kuta Yaşam Merkezinde Klinik Psikolog olarak çalışmaktayım. Ergen, yetişkin ve ailelere online ve yüz yüze terapi uygulamaktayım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar