Bir çocuğun gelişimi kendiliğinden gerçekleşmez; bu nedenle ihmalkâr bir yaklaşım sergilenemez. Çocuğun içinde bulunduğu çevre destekleyici olmalı, anne ve baba ise yeterli düzeyde ilgi ve bakım göstermelidir. Aile, çocuğun gelişiminde temel taşıdır (Nichols, 2013).
Bağlanma Süreci ve Benlik Gelişimi
Anne ile çocuk arasında kurulan bağ ne kadar erken kurulursa, çocuğun insanlar arası ilişkilerinde sağlıklı bağlar kurabilmesi o denli mümkün olur. Benlik gelişiminin temelinde, annenin ve bebeğin birbiriyle özdeşleşmesi yatar (Nichols, 2013).
Bebek büyüdükçe annesinden yavaş yavaş bağımsızlaşır. Bu süreçte, bebekler uyurken bir oyuncak ayıya sarılabilir; bu nesne bir geçiş nesnesi olarak işlev görür. Oyuncak, bebeğe annesini sabaha kadar tekrar görebileceğine dair güven verir (Nichols, 2013).
Ayrılma-Bireyselleşme Dönemi
Yaklaşık altıncı ayda çocuk, ayrılma-bireyselleşme dönemine girer. “Ce-eee” oyunu, çocuk ve anne arasında güvenli bir ayrılık ve tekrar kavuşma pratiği sunar.
Anneden ayrılma sağlıklı biçimde gerçekleşirse çocuk kendini bağımsız bir birey olarak görmeye başlar. Ancak annenin bu sürece zaman tanıması gerekir. Aksi takdirde süreç tıkanabilir.
Erken dönemde sağlıklı nesne ilişkileri kuran çocuk, gelecekte ayrılık ve yakınlığa karşı daha sağlıklı bir tolerans geliştirebilir (Nichols, 2013).
Bireyselleşme ve Benlik Nesnesi
Küçük çocuklar ebeveynlerini kendilerinden ayrı bireyler olarak algılayamazlar; onları bir bütünün parçası gibi hissederler. Bu noktada ebeveynin sevgisini sesli şekilde dile getirmesi, çocuğun kendini bir birey olarak tanımasına katkı sağlar:
“Annen seni çok seviyor.”
Bu tür cümleler, çocuğun benlik farkındalığını güçlendirir.
Benlik Psikolojisi: Ayna Tutma ve İdealleştirme
Benlik psikolojisine göre, güvenli bir benliğin gelişmesi için iki temel süreç gerekir:
- Ayna tutma: Anlayış, kabul ve yansıtma ile ilgilidir.
- İdealleştirme: Çocuk, anne ya da babasını ideal bir figür olarak görür.
“Annem/babam harika biri ve ben de onun bir parçasıyım.” hissi, benlik temelinin sağlıklı geliştiğini gösterir.
Sağlıklı ebeveyn figürleri, sağlıklı ve uyumlu bir aile yapısının temelidir (Nichols, 2013).
Evlilik ve Bilinç Dışı Etkiler
1950’lerde evlilik, bilinçdışı bir düş olarak tanımlanıyordu. Evlenilen kişi, hem gerçek hem hayal edilen eşin bir yansımasıydı.
Günümüzde bu durum “karşılıklı yansıtmalı özdeşleşme”, “nevrotik tamamlayıcılık” gibi kavramlarla açıklanır.
Evlilik, yalnızca bilinçli bir karar değil; aynı zamanda bilinçdışı dinamiklerin de ürünüdür (Nichols, 2013).
Ailede Etik Bağ ve Sorumluluk
Psikodinamik aile terapisi öncüsü Ivan Boszormenyi-Nagy, aileyi bir arada tutan temel gücün ilişki etiği olduğunu savunur.
Doğruluk, dürüstlük ve karşılıklı sorumluluklar; sağlıklı bir evlilik ve ebeveynlik yapısının temelidir. Bu yapı, çocuğun gelişimine doğrudan yansır (Nichols, 2013).
Sizce bir çocuk, evin hangi odasında en çok büyür?
Kimi “oyun odası” der, kimi “mutfak sohbetleri”. Ama belki de en çok, anne ve babanın gösterdiği ilgide büyür.
Davranış Bozukluklarının Görünmeyen Yüzü: Aile, Sadakat ve Sahte Benlik
Davranış bozuklukları dendiğinde çoğu kişinin aklına agresiflik, kurallara uymama ya da dikkat çekme çabası gelir. Ancak bu tür davranışların arka planında çoğu zaman çok daha derin, çoğu zaman da görünmez aile içi dinamikler yatar. Özellikle psikanalitik kuram, bu davranışların yalnızca bireysel değil, ilişkisel bir temelde şekillendiğini savunur (Nichols, 2013).
Psikanalistler, klasik Freudiyen yaklaşımın aksine, çocuk gelişiminde bastırılmış cinsellikten çok erken dönem bağlanma ilişkilerine odaklanır. Yani mesele sadece ödipal karmaşalar değil; bebeklikte kurulamayan güvenli bağlardır. Çünkü bir çocuk dünyaya geldiğinde, önce “birine ait” olmayı öğrenir. Aidiyet duygusu, sevgi, güven… İşte tüm bu duygular ilk ilişki nesnesiyle, yani genellikle anneyle kurulan bağda şekillenir (Nichols, 2013).
Ama iş yalnızca bağlanma ile de bitmez. Çocuk, zamanla kendini birilerine benzetir, birilerini suçlar, birilerini idealize eder. Freud’un “aktarım” dediği şey tam da budur. Hastasının babasıyla ilgili duygularını Freud’a yansıtması üzerine keşfettiği bu kavram, aslında herkesin günlük yaşamında fark etmeden deneyimlediği bir durumdur. Melanie Klein ise bu durumu “yansıtmalı özdeşim” olarak tanımlar: Kendi içindeki kabul edilemeyen parçaları başkasına yükleriz ve onun o şekilde davranmasını bekleriz (Nichols, 2013).
Çocuklar da bu mekanizmaları kullanır. Ebeveynlerinin korkularını içselleştirir, onların istemeden yansıttığı kaygıları sahiplenir ve buna göre şekillenirler. Böylece aslında “günah keçisi” ilan edilen çocuklar, bir yandan da ailenin duygusal yükünü taşıyan gizli kahramanlar hâline gelir. Uyum sağlamaya çalışırken kendilerini bastırırlar. Zamanla içten içe şekillenen bu baskılanma, çocuğun sahte bir benlik geliştirmesine neden olur. Yani çocuk artık olduğu kişi değil, olması istenen kişidir. Bu durum zamanla daha büyük kopuşlara, özellikle de şizoid özelliklere yol açabilir (Nichols, 2013).
Bu sahte benlik, yetişkinlikte de karşımıza çıkar. Flört döneminde herkes en iyi versiyonunu gösterir. Ancak evlilikle birlikte maske düşer ve sahte benliğin yerini bastırılmış gerçek benlik alır. İşte o zaman ilişkilerde kırılmalar başlar.
Aile terapilerinde sıkça karşılaşılan bir başka durum ise “çürük elma” sendromudur. Aile içindeki problemler, genellikle bir bireye yüklenir. Geri kalan herkes “normal” gibi sunulur. O birey bazen sorunlu bir çocuk, bazen hasta bir kardeş, bazense ölmüş bir akraba olabilir. Oysa mesele o bireyin “çürük” olması değil, ailenin duygusal sisteminde bir boşluğu doldurmasıdır.
Bir de görünmez sadakat diye bir kavram vardır. Çocuklar, farkında bile olmadan anne-babalarına sadakat geliştirirler. Bazen bu, o kadar ileri gider ki bir çocuk sırf anne babası ayrılmasın diye hasta olabilir. Belki bu bir karın ağrısıdır, belki kronik baş dönmesi… Ama altta yatan mesaj şudur: “Bakın, ben hasta oldum, ne olur ayrılmayın.”
Davranış bozukluklarını yalnızca çocuğun “problemli” olması üzerinden değerlendirmek eksik olur. Bazen bu davranışlar, görünmeyen bağların, bastırılmış korkuların, aktarılan yüklerin bir dışavurumudur. Ve çoğu zaman çocuk, yalnızca anlaşılmak ister.