Herkesin bizim hakkımızda bir fikri vardır. Kimi bizi çalışkan bulur, kimi tembel; kimine göre merhametliyizdir, kimine göre acımasız. Kimisi güzelliğimizi över, kimisi yetersizliğimizi konuşur. Birinin sevgilisi, annenin kızı, babanın oğlu, toplumun parçası… Daha en baştan bize ait olmayan tanımlarla çevreleniriz.
Zamanla bu kelimeleri kendi gerçeğimiz sanabiliriz. Tıpkı başkalarının hayallerini kendi hayalimiz zannetmemiz gibi. Oysa bizi tanımlayan şey başkalarının söyledikleri değil, seçim anlarında verdiğimiz yanıtlardır.
İsim, Beklentiler ve Kimlik
Dünyaya gözlerimizi açtığımız anda bize bir isim verilir. O isim çoğu zaman yalnızca bir sesleniş değildir; beklentilerle, geleneklerle ve hayallerle doludur. “Dedemin adını taşısın.” “Annesinin yarım kalan hayalini tamamlasın.” “Bu isim ona güç versin.” Böylece isim, sadece bizim değil, başkalarının arzularının da taşıyıcısı haline gelir. Daha yürümeyi öğrenmeden sırtımıza görünmez bir kimlik yüklenir.
Çoğu zaman ebeveynler, kendi gerçekleştiremedikleri hayalleri çocuklarının üzerine yüklerler. Yarım kalmış eğitimler, kurulmamış kariyerler, yaşanamamış özgürlükler… “Ben yapamadım, o yapsın.” düşüncesiyle kurulan bu iyi niyetli beklentiler, çocuğun kendi yolunu bulmasını zorlaştırır. Çocuk, kendi arzusunu değil, ebeveyninin arzusunu yaşar. Bir bakıma, başkasının yarım kalan hikâyesini tamamlamakla görevlendirilmiş hisseder.
Ancak gerçek benlik, ödünç alınmış hayallerin peşinden gitmekle değil, özgür seçimler yapabildiğinde açığa çıkar.
Hayat Küçük Seçimlerle Şekillenir
Hayat, küçük gibi görünen tercihlerle şekillenir: birine yardım etmek ya da görmezden gelmek, kalabalığı izlemek ya da kendi yolunu çizmek… Bu anlar yalnızca dış dünyayı değil, içimizdeki gerçeği de açığa çıkarır.
Toplum ise güçlü bir koro gibi sürekli seslenir: “Başarılı olmalısın.” “Merhametli olmalısın.” “Kıskanç olmamalısın.” Bu sesler çoğu zaman içimizdeki sessiz fısıltıyı bastırır. Ama bir gün kritik bir an gelir ve iç ses konuşur: “Bu yol sana ait değil.”
İşte gerçek benlik tam da o anda kendini gösterir. Onu duyup duymamak, hem dış dünyadaki yolumuzu hem de içsel dengemizi belirleyen en önemli seçimdir.
İsim verilir, roller yüklenir. Ama o ismin altına yazılacak kişisel hikâyeyi biz belirleriz. Her seçim, kalemi yeniden elimize alma fırsatıdır. Hayat bir noktada dönüp sorar: “Sen kimsin?” Bu sorunun cevabı başkalarının tanımlarında değil, kendi seçimlerimizde saklıdır. Ve büyümek, başkalarının yolunu sürdürmek yerine kendi yolunu çizebildiğimizde mümkün olur.
Kendi Yolunu Bulmak İçin Adımlar
Başkalarının yüklediği tanımların ötesine geçebilmek için birkaç adım atılabilir:
-
İç sesi dinlemek: Gürültülü beklentilerin arasında en güvenilir rehber, içimizdeki sessiz fısıltıdır. Onu duymak cesaret ister, çünkü çoğu zaman dış seslerle çelişir.
-
Sorgulamak: “Bu benim isteğim mi, yoksa başkasının beklentisi mi?” sorusu, kimliği berraklaştırır. Bu soruyu sormak rahatsız edici olabilir ama çoğu zaman özgürlüğün kapısını aralar.
-
Küçük seçimlerle başlamak: En ufak tercihler bile benliği yeniden inşa eder. Bugün verdiğin küçük bir karar —örneğin kendi fikrini savunmak ya da bir daveti kibarca reddetmek— yarının yönünü değiştirebilir.
-
Hayır diyebilmek: Başkalarının yarım kalan hikâyelerini tamamlamak zorunda değilsin. “Bu bana ait değil.” diyebilmek, özgürleşmenin ilk adımıdır. Çünkü kimliğimizi yalnızca kabul ettiklerimiz değil, reddettiklerimiz de şekillendirir.
-
Belirsizlikten korkmamak: Kendi yolunu seçtiğinde boşluklar ve bilinmezlikler ortaya çıkar. Fakat tam da o belirsizlik, yeni bir benliğin filizlenme alanıdır. Konfor alanı güvenlidir, ama gerçek dönüşüm onun dışında başlar.
Günlük Bir Pratik
Şimdi küçük bir mola ver. Sessiz bir köşe bul, önüne bir kâğıt ve kalem al. Derin bir nefes al ve kalemin ucunu kâğıda dokundur.
Üstüne yavaşça şu soruyu yaz:
“İsmim olmadan ben kimim?”
Sonra dur. Cevap aramak için acele etme. Zihninden geçenleri izle. İşinden, hobilerinden, ailenden ya da doğduğun yerden söz etmene gerek yok. Başarıların, unvanların, sahip oldukların da burada yer almak zorunda değil. Fiziksel özelliklerini ya da inançlarını tarif etmeyi bırak.
Bir an için bütün bunları kenara koy ve yalnızca kendine kulak ver. İçinde hangi duygular, hangi değerler, hangi özlemler yaşıyor? Belki bugün cevabın “cesaret” olur, belki yarın “özgürlük” ya da “umut.” Cevapların değiştiğini fark ettikçe anlayacaksın: sen sabit bir etiket değil, her gün yeniden yazılan bir hikâyesin.
Ve işte bütün yolculuğun özeti şudur: Hayat, bize verilen isimlerle değil; özgür seçimlerimizle yazılır.
Jean-Paul Sartre’ın dediği gibi: “İnsan, kendini yaptığı şeyden başka bir şey değildir. Biz, seçimlerimiziz.”
Kendi kişisel hikâyeni yazmak da tam olarak budur: sayfanı kendi istediğin kalemle doldurmak. Çünkü başkasının kalemiyle yazılan satırlarda, sonunda kendi adının bile sana ait olmadığını fark edebilirsin.