Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Neden Fazla Düşünürüz? Travmaların Bilişsel Süreçler Üzerindeki Etkisi

Günlük yaşam içerisinde bireylerin sık sık karşılaştığı ancak çoğu zaman farkında olmadan içsel bir durum haline getirdiği bilişsel zorlanmalardan biri, aşırı düşünme eğilimidir.
Overthinking” olarak da bilinen bu durum, yalnızca bireylerin karar alma ya da iletişim kurma süreçlerini zorlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda duygusal ve fiziksel iyi oluş halini de doğrudan veya dolaylı olarak etkiler.

Psikoloji literatürü günümüzde, bu tür bilişsel belirtilerin ötesine geçerek, buz dağının görünmeyen kısmına erişebilmeyi hedeflemektedir. Bu yazının temel amacı da aşırı düşünmenin olası nedenlerinden biri olan geçmiş travmatik yaşantıları ve bağlanma travmalarını ele almaktır.

Aşırı Düşünmenin Klinik Perspektifi

Psikolojik değerlendirmelerde “aşırı düşünme” çoğunlukla ruminasyon veya obsesif düşünceler gibi kavramlarla örtüşmektedir.
Ruminatif düşünme biçimi, geçmişte yaşanmış bir olaya ya da gelecekte gerçekleşme ihtimali olan olumsuz bir duruma dair tekrarlayıcı, kontrol edilmesi zor zihinsel süreçlerle karakterizedir (Nolen-Hoeksema, 2000).
Bu düşünce şekli çoğu zaman bireylerin problem çözme yetisini geliştiremez; aksine, zihinsel enerjiyi tüketen ve kişileri mevcut anda işlevsiz hale getiren bir döngü haline gelir.

Fazla düşünmeye eğilimli olmak, bireylerde yüksek düzeyde kaygının bir sonucu olan anksiyeteyi ve kararsızlık halini yaratır.
Sosyal ortamlar içerisinde sürekli yanlış anlaşılma korkusu, onaylanma ihtiyacı hissi ya da geleceğe dair belirsizliklerle baş edememe durumu bu eğilimin davranışsal yansımaları arasında yer almaktadır.
Örneğin bir mesajı göndermeden önce defalarca kontrol etmek, ikili bir konuşma sonrası söylenenleri zihinde tekrar tekrar canlandırmak veya yeni bir karar almakta zorlanmak gibi davranışlar, aşırı düşünmenin gündelik yaşama etkileri açısından önem arz etmektedir.

Travmalar ve Bilişsel Süreçler Arasındaki Bağlantı

Gereğinden fazla düşünmenin ardında yalnızca güncel hayatta karşılaşılan stres faktörleri değil, aynı zamanda geçmişte yaşanmış travmatik deneyimler de yer alabilmektedir.
Özellikle çocukluk döneminde, tutarsız ebeveynlik tutumları, fiziksel ya da sözel şiddet gibi deneyimler, bireyin bağlanma biçimini şekillendirir ve bu durum, yetişkinlikteki bilişsel süreçler üzerinde belirleyici rol oynar (Van der Kolk, 2014).

Travmatik deneyimler, bireylerin dünyaya dair bulundurdukları temel güven duygusunu zedeler.
Yaşanılan bu güven eksikliği, kişilerin her türlü dışsal uyarı faktörünü potansiyel bir tehdit olarak değerlendirmesine ve olası zararları önceden tahmin edebilmek adına zihinsel anlamda sürekli tetikte olmasına yol açar.
Bahsi geçen durum, özellikle “hipervijilans” (aşırı tetikte olma hali) olarak tanımlanır ve çoğunlukla klinik ortamda travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) tanısı alan bireylerde gözlemlenir.

Bilişsel süreçlerin adeta alarm durumuna geçmesi, basit olarak değerlendirilebilecek gündelik olaylar karşısında bile yoğun bir zihinsel efor harcanmasına yol açar.
Böylece düşünme, analiz etme ve kontrol etme çabası işlevsel bir araç olmaktan çıkarak, duygusal kaçınma ve güvenlik stratejisine dönüşür.

Bağlanma Sorunları ve Aşırı Düşünme

Bağlanma kuramı kapsamında değerlendirildiğinde, erken dönem bakımı veren kişilerle kurulan ilişkilerin niteliği, bireylerin hem kendilerine yönelik hem de başkalarına dair temel varsayımlarını belirler.
Bu kuramın örüntüleri Psikolog Mary Ainsworth tarafından güvenli bağlanma, kaygılı bağlanma ve korkulu-kaçıngan olmak üzere üç farklı şekilde var olmaktadır (Bağlanma Kuramı – Boylam Psikiyatri Hastanesi. (n.d.)).
Örnek olarak güvensiz bağlanma biçimlerine sahip bireyler, yetişkinlik hayatlarında kurdukları yakın ilişkilerinde düzenli olarak onaylanma ihtiyacı hissedebilir, en küçük belirsizlikleri bile tehdit gibi algılayabilirler.
Bu da sık görülen analiz, karşı tarafın davranışlarını yorumlama veya niyet okuma çabası gibi bilişsel eğilimlerle sonuçlanır.

Bu noktada gereğinden fazla düşünme, ilişkisel travmaların bir yansıması olarak da değerlendirilebilir.
Bireyler, geçmişteki “güvende olamama” deneyimlerini telafi edebilmek amacıyla her detayı kontrol etmeye ve zihninde olasılıkları öngörmeye çalışırlar.
Ancak bu harcanan zihinsel çaba, genellikle ilişkisel stresi artırarak kişilerin yeniden travmatize olmasına neden olabilmektedir.

Gündelik Hayattaki Sonuçlar

Aşırı düşünmenin yalnızca içsel bir süreç olmadığını, günlük yaşantıda davranışsal ve duygusal pek çok sonuç ortaya koyduğunu gözlemlemek mümkündür.
Düşüncelerinde fazlasıyla boğulan bireyler genellikle karar vermekte zorlanırlar ve yoğun bir şekilde hata yapma endişesi hissederler.
Bulundukları ortamlarda kendilerini ifade ederken fazlaca dikkatli ve kontrollü davranırlar, bu da samimi ve spontane gelişen ilişkilerin kurulmasını güçleştirmektedir.

Benzer bir şekilde iş hayatında da; detaycılık, mükemmeliyetçilik ve hata yapma korkusu nedeniyle sıklıkla analiz yapan bireyler, zaman yönetiminde zorluk çekebilirler.
Dolayısıyla hem iş performansları hem de mesleki doyumları olumsuz yönde etkilenebilir.
Yine uykusuzluk, zihinsel yorgunluk ve odaklanma güçlüğü de aşırı düşünmenin gözlemlenen fiziksel sonuçları arasında yer alır.

Psikolojik Müdahale ve İyileşme Süreci

Fazla düşünmeye eğilimli olmak, uygun psikolojik müdahaleler uygulandığında ve gerekli farkındalık geliştirildiğinde yönetilebilir bir durumdur.
Bilişsel davranışçı terapi (BDT), özellikle ruminatif düşüncelerin tanınması ve yeniden yapılandırılması sürecinde etkili bir yöntem olarak düşünülmektedir.
Bununla birlikte, geçmişe dayalı travmaların işlendiği psikodinamik yaklaşımlar veya bağlanma odaklı terapiler, kökende var olan nedenlere ulaşarak daha derinlemesine bir iyileşme sağlayabilmektedir.

Duygusal güvenliğin yeniden inşa edilmesi ve içsel motivasyonun kazanılması; bireylerin yalnızca zihinsel süreçlerini değil, aynı zamanda yaşam kalitesini de artıracaktır.
Yargılamanın bulunmadığı dinlenme deneyimi, duyguların kabul gördüğü bir ortam ve güven çerçevesinde kurulan ilişkiler zihinsel tetikte olma halini zamanla azaltma olasılığı bulundurmaktadır.

Sonuç

Aşırı düşünme, yalnızca zihinsel bir alışkanlık olarak değil, çoğunlukla geçmişte yaşanmış ve çözümlenmemiş travmatik deneyimlerin bir sonucu olarak görülebilmektedir.
Özellikle bağlanma travmaları, bireylerin hem kendilerine hem de çevrelerine yönelik temel güven algısını şekillendirerek, zihinsel aşamaların yüksek düzeyde kontrol edici ve kaygı odaklı hale gelmesine neden olabilmektedir.

Ancak bu döngü; destekleyici terapötik süreçler, sağlanan farkındalık ve kurulan güvenli ilişkilerle dönüştürülebilir.
Travmalar geçmiş zamanda yaşanmış olabilir; fakat onların bugünkü yaşantı üzerindeki etkileri, uygun psikolojik müdahalelerle azaltılabilir.
Böylece, düşüncenin yarattığı yükten ziyade, anlamın özgürlüğüne yönelme şansı bulunabilir.

Kaynakça

  • Bağlanma Kuramı – Boylam Psikiyatri Hastanesi. (n.d.). Boylam Psikiyatri Hastanesi – Ankara – İstanbul. Retrieved May 28, 2025, from https://www.boylampsikiyatri.com/baglanma-kurami/

  • Nolen-Hoeksema, S. (2000). The role of rumination in depressive disorders and mixed anxiety/depressive symptoms. Journal of Abnormal Psychology, 109(3), 504–511.

  • Van der Kolk, B. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma. Viking.

Begüm Güngenci
Begüm Güngenci
Begüm Güngenci, çift anadal programı kapsamında TED Üniversitesi psikoloji ve sosyoloji bölümlerinden mezun olmuştur. Psikoloji alanında özellikle travma, duygudurum bozuklukları, bağlanma stilleri, stres yönetimi, kırılgan gruplar, toplumsal cinsiyet ve kimlik konularına odaklanmaktadır. Akademik ilgisi psikodinamik kuramlar, Lacanyen yaklaşım, bilişsel davranışçı terapi süreçleri üzerinedir. Makalelerinde makro ve mikro bakış açısıyla psikolojiyi geniş bir kitle için erişilebilir kılmayı misyon edinen yazar, çeşitli akademik temaları barındıran yazılarını okuyuculara sunmayı hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar