Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Popüler Psikolojide Narsist Avı: Haklılık Arayışı mı, Anlama Çabası mı?

Son yıllarda klinik psikoloji literatürünün en fazla dikkat çeken kavramlarından biri olan narsisistik kişilik bozukluğu, yalnızca ruh sağlığı çalışanlarının değil, aynı zamanda popüler kültürün de gündemine yerleşmiş durumda. Google Trends verilerine göre “narsist” kelimesinin Google’da aratılma sayısı son beş yılda belirgin oranda artış gösterirken, sosyal medya platformlarında narsisistik bireylerle ilişkileri konu alan içerikler milyonlarca kez izleniyor. “Narsist ex”, “narsist anne” veya “toksik ilişkiler” gibi etiketlerin milyonlarca etkileşim alması, bu kavramın giderek daha yaygın bir şekilde kullanıldığını gösteriyor. Peki ama neden?

  • Neden bu kadar insan narsisizmi tanımak, tanılamak ve öğrenmek istiyor?

  • Psikolojik kavramlar popüler kültüre bu kadar karışırken, belki de şu soru giderek daha anlamlı hale geliyor: Neden bu kadar çok narsisizm konuşuyoruz?

Tanıdık ama Tedirgin Edici Bir Ayna: DSM-5’e göre Narsisistik Kişilik Bozukluğu, abartılı bir özdeğer duygusu, aşırı beğenilme ihtiyacı ve empati eksikliği ile karakterize bir kişilik bozukluğudur (APA, 2013). Ancak gündelik dilde “narsist” kelimesinin artık klinik bir tanının ötesinde ayrılıklarda, aile ilişkilerinde veya iş yerindeki kişiler arası ilişkilerimizde başvurduğumuz bir açıklama biçimi haline geldiğini görüyoruz. Oysa bu tanıyı koyma yetkisi yalnızca ruh sağlığı alanında klinik değerlendirme yapma yeterliliğine sahip uzmanlara ait. Gündelik yaşamda sıkça kullanılan “narsist” etiketinin, uzman olmayan kişiler tarafından rastgele kullanılması ise hem kavramın bilimsel içeriğini bulanıklaştırıyor hem de çoğu zaman kişiler arası ilişkilerde damgalayıcı bir etki yaratıyor.

Psikolojinin Popülerleşmesi: Son on yılda psikoloji yalnızca psikoterapistlerin ya da akademik alanda yer alan kişilerin değil, Instagram sayfalarının, TikTok influencerlarının ve podcast yayıncılarının da alanı haline geldi. Narsisizm ise bu dönüşümde yıldız kavramlardan biri. Çünkü:

  • Basit anlatılabiliyor: “Narsist anne”, “narsist sevgili”, “narsist patron” gibi arketipler üzerinden kolayca hikayeleştirilebiliyor.

  • Duygusal yükü azaltıyor: Zor ilişkilerin nedenlerini kişilik bozukluklarıyla açıklamak, bireyselliğin getirdiği varoluşsal acıyı anlamlandırmakta işlevsel bir çerçeve sunuyor.

  • Bir tür “günah keçisi”: Karmaşık kişiler arası sorunlar, “narsist” etiketine indirgenerek sadeleştiriliyor ve bir kişilik bozukluğuna atfedilebiliyor.

Toplumsal Bir Narsisizm Salgını

2009 yılında Jean Twenge ve W. Keith Campbell The Narcissism Epidemic: Living in the Age of Entitlement adlı bir kitap yayımladı ve bu kitapta narsisizmin sadece bireysel değil, kolektif bir epidemi haline geldiğini ileri sürdüler. Twenge ve Campbell’a (2009) göre:

“Güzellik yarışmaları, selfie kültürü, ün peşinde koşma ve sürekli onay alma ihtiyacı, narsisistik özelliklerin kültürel norm haline gelmesine yol açtı.”

Bu yaklaşım, narsisizmi yalnızca bireyin yaşadığı bir problem olmaktan çıkarıp, bireylerin bu yapıyı içinde yaşanılan kültürün bir yansıması olarak değerlendirme eğilimini besliyor olabilir. Bu durum da konunun giderek daha çok ilgi görmesini açıklayabilir.

“Narsistlerle Baş Etme Rehberleri” Dalgası

Bugünlerde sosyal medyada, “Narsistlerle Baş Etme Yöntemleri”, “Sevgiliniz Narsist Olabilir mi?” gibi içeriklerin tıklanma rekorları kırması da tesadüf değil. Elbette bu tür rehberler, bireylerin yaşadığı zorlukları görünür kılmak ve destek sunmak adına önemli. Ancak dikkat çekici olan şu ki: Ruh sağlığı alanındaki profesyonellerin, tıpkı popüler psikoloji influencerları gibi, “narsistle baş etmenin formüllerini” sürekli tekrar etmesi, kimi zaman herkesin hayatındaki sorunların tek kaynağı narsist bireylermiş gibi bir algı yaratabilir. Ayrıca bu içeriklerin ardında yatan bir başka tehlike de insan davranışlarının ve ruh sağlığının karmaşık yapısını basit “narsistle nasıl baş edilir” reçetelerine indirgemektir. Çünkü bu durum, kimi zaman da kendi gücümüzü küçümsemek anlamına gelebilir.

Bir problem sadece “karşımızdaki kişide” imiş gibi ele alındığında, sınırlarımıza, kişisel sorumluluğumuza ve hatta duygusal zekamıza dair önemli atıfları kaçırmamıza da sebep olabilir. Bu da uzun vadede, ruh sağlığımızın ve ilişkilerimizin gerçek dönüşümünü engelleyen bir tehlike sinyali demektir. Yani demem o ki, bu popüler içerikler bize kolay ve rahat bir çıkış yolu sunuyor gibi görünse de, aslında bizi derinlemesine düşünmekten ve büyümekten alıkoyuyor olabilir mi?

Kim Narsist, Kim Değil?

Narsist” etiketini başkalarına yapıştırma eğilimi, her zaman yalnızca bir tespit veya savunma davranışı olmayabilir. Bazen bu etiketleme, tıpkı narsistik bireylerin yaptığı gibi, kişinin kendisini ilişkisel çatışmalarda daha haklı ve en önemlisi mağdur konumuna yerleştirme stratejisinin bir parçası haline gelebilir. Bu durumda “narsist” tanısı, yalnızca bir kişilik bozukluğunu işaret etmekle kalmaz, kimi zaman da sorumluluktan kaçınmanın ve ilişki içindeki kendi payını görünmez kılmanın psikolojik bir manevrasına dönüşebilir.

Bu bağlamda, kurban pozisyonunun çift yönlü bir döngü yarattığını söyleyebiliriz:

  • Narsistik birey, eleştiriyle karşılaştığında kendini kurban ilan edebilir.

  • Ancak karşı taraftaki birey de, tüm ilişkinin yükünü “narsist” olarak etiketlediği kişiye yükleyerek kendini tamamen sorumluluktan muaf, haklı ve alacaklı bir konuma çekebilir.

Yani bu tür etiketlemeler, bireyin benlik bütünlüğünü tehdit altında hissettiği anlarda bir savunma mekanizması işlevi görebilir. Aynı zamanda kişinin, ilişkisel dinamiklerdeki kendi payıyla yüzleşmeden kaçınmasına ve sorumluluğu bütünüyle karşı tarafa yükleyerek psikolojik bir konfor alanı oluşturmasına da zemin hazırlayabilir. Dolayısıyla burada mesele, yalnızca “kimin narsist olduğu” değil, aynı zamanda “kimin kurban olmayı seçtiği” sorusunu da düşünmeyi gerektirir.

Sonuç: Aynadaki Yabancılar

Narsisizmi bu kadar merak ediyoruz çünkü o bize hem çok yabancı hem de tehlikeli biçimde tanıdık olabilir mi?

Bir narsisti tanımlarken aslında kendi kırılganlıklarımızı, onaylanma ihtiyacımızı, zaman zaman kontrol etme arzumuzu da kenardan yokluyor gibi değil miyiz? Bunlar her insanda mevcut doğal özellikler iken, modern toplumun başarı, görünürlük ve kendini sürekli bir başkası için paketleyip sunma baskısı altında, narsisistik örüntüler artık sadece “birilerinin bozukluğu” değil, hepimizin gündelik hayatta ufak dozlarla yaşadığı, zaman zaman yakınlaşıp uzaklaştığı davranış biçimlerine dönüşüyor olabilir mi?

Bu yüzden narsisizm merakını doğru okuyabilmek, aslında sadece başkalarını tanımak değil; kendi aynalarımızın hangi açıdan buharlandığını fark etmek gibi…
Ve belki de “Ben narsist değilim” demek bile, bazen narsisizmin en rafine savunma biçimi olabilir.

O halde şimdi birlikte düşünebiliriz:
“Birine ‘narsist’ dediğimizde, onun davranış örüntülerini mi tarifliyoruz, yoksa kendimizi mağdur konumuna yerleştirmenin daha entelektüel bir yolunu mu seçmiş oluyoruz?”

Damla Meral
Damla Meral
Damla Meral, Uzman Psikolojik Danışman olarak bireysel terapi alanında çalışmalarını sürdürmekte ve süpervizyon alarak mesleki deneyimini derinleştirmektedir. Dokuz Eylül Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden mezun olmasının ardından, Gazi Üniversitesi'nde Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanında yüksek lisansını tamamlayarak uzmanlık unvanını almıştır. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde Klinik Psikoloji alanında tezli yüksek lisans eğitimine devam eden yazar, akademik çalışmalarını şema terapi ve kişilik bozuklukları alanında sürdürmektedir. Psychology Times dergisinde yayımladığı yazılarla, psikoloji bilgisini anlaşılır ve erişilebilir kılarak, bireylerin içsel dünyalarına ışık tutmayı hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar