Perşembe, Mayıs 22, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Farkındalığın Öteki Yüzü

“Nedir bu farkındalık?”

Son yıllarda her yerde karşımıza çıkan bu kelime, adeta modern çağın parolası haline geldi. Kişisel gelişim kitaplarından meditasyon uygulamalarına, sosyal medyada ilham verici gönderilerden psikoterapi seanslarına kadar her yerde bize “farkında ol” deniyor. Bu durum, neredeyse her bilinçli insanın taşıması gereken bir görev gibi sunuluyor. Ancak şu soruyu nadiren soruyoruz: Her şeyi algılamak gerçekten bu kadar faydalı mı? Ya da bu fark edişlerle ne yapıyoruz? Gözlemlediklerimiz, içselleştirdiklerimiz, gerçekten taşıyabileceğimiz kadar hafif mi?

Farkındalık, kimileri için zihni berraklaştıran bir ışık gibi görünse de, bazen o ışık insanın gözünü kamaştırabilir. Çünkü her şeyi görmek, yalnızca bir görme eylemi değildir; aynı zamanda duyumsamak, anlamlandırmak ve çoğu zaman da sorumluluk almak demektir. Bu da zihinsel bir netlikten çok, ruhsal bir psikolojik yük haline alabilir.

En yalın haliyle farkındalık, kişinin kendisinin, çevresinin ve yaşadıklarının bilincinde olmasıdır. Elbette, psikolojik iyilik hali açısından bu önemli bir beceridir. Fakat bu becerinin, ölçüsüzce maruz kalındığında bir baskıya dönüşebileceği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Sürekli her şeyi görmek, anlamak, üzerine düşünmek… Bu, bazen insanın bedenini değil ama zihnini yoran bir tempo yaratır.

Hayatın her anında tetikte olmak, bilinçli seçimler yapmak, duyguların nedenlerini çözmek… Tüm bunlar kulağa güçlü ve sağlıklı davranış biçimleri gibi gelebilir. Ancak insan sadece aklıyla yaşayan bir varlık değildir. Bazı anlar düşünülmeden yaşanırken, bazı duygular analize değil, sadece tanıklığa ihtiyaç duyar.

Bugün bu kavram, bir araçtan çok bir ideal hatta bir “zorunluluk” gibi sunuluyor. Herkes uyanık olmak zorundaymış gibi. Herkes geçmiş travmalarını çözmeli, içsel yolculuğa çıkmalı, her duygunun kaynağını analiz etmeli. Oysa bazen sadece hissetmek, durmak ya da yüzleşmeden yaşamak da bir ihtiyaçtır.

Kendini ve çevresini sürekli gözlemleyen birey, bir noktadan sonra yalnızlaşabilir. Çünkü ne kadar çok şey görür ve anlarsak, o kadar çok şeye müdahale etme, düzeltme ya da kabullenme yükü de omuzlarımıza biner. Gördüğünüz, bildiğiniz ve anladığınız her şey size aynı zamanda bir sorumluluk yükler. Bazen bu yük taşınamayacak kadar ağır olur. İnsan başkalarının tutumlarına, ilişkilerdeki dinamiklere, toplumsal adaletsizliklere karşı gözlerini kapatamaz hale gelir. Bu da zamanla öfkeye, yorgunluğa ve tükenmişliğe yol açabilir.

Modern çağda farkındalık, neredeyse bir kült gibi büyüyor. Herkes bu öğretiye inanmalı, herkes içsel bir uyanış yaşamalıymış gibi. Sınırları zorlayan başka bir etken de sosyal medya. Her an çevremizde olup biteni takip etme zorunluluğu, sürekli “uyanık” olma ihtiyacı, ruhsal yorgunluğu daha da artırıyor. Sosyal medya, iyi ya da kötü, her tür duygu ve bilgi bombardımanına tutulmamıza neden oluyor. İnsan, yaşanan her haksızlığı, her trajediyi, her kişisel krizi ekranında görünce, bu durum bilinçli olarak ya da istemeden ağır bir psikolojik yük haline dönüşüyor. Bu kadar çok bilgiye maruz kalmak, sınırları aşan bir farkındalık hali yaratıyor ve bireyin kendini çaresiz hissetmesine yol açabiliyor.

Farkındalık artırılması, bireyin kendi hayatını yönetmesini kolaylaştırmak yerine, onu fazlasıyla kontrol etmeye çalıştığı, hiçbir şeyi kaçırmamaya çalıştığı bir hale dönüştüğünde, o içsel dinginlik yerini içsel bir baskıya bırakabilir. “Her şeyin farkında olmalıyım” düşüncesi, insanı zamanla kronik bir tetikte olma haline sürükleyebilir. Bu da anksiyetenin kapısını aralayan bir faktöre dönüşür.

Her şeyin bilincinde olup hiçbir şeyi değiştirememenin yarattığı duygusal sıkışma, oldukça yıpratıcı olabilir. “Evet, biliyorum ama değiştiremiyorum” demek, zamanla umutsuzluk ve hayal kırıklığını da beraberinde getirir. Her şeyi görmek, bazen hiçbir şeye dokunamamanın en sessiz ağıtı olabilir.

Tam da bu nedenle, bu süreçle birlikte başka becerilerin de gelişmesi gerekir: Dayanıklılık, sınır koyabilme, zihinsel esneklik, kabullenme… Aksi takdirde kişi, her şeyi gören ama iyileşemeyen bir döngünün içinde sıkışıp kalabilir. Tıpkı bir ağacın köklerini kazdıkça onu kurutan bir bahçıvan gibi; sadece kökeni görmek değil, onu nasıl koruyacağını bilmek de bir beceridir.

Sonuç

Farkındalık, yerinde kullanıldığında pusula görevi görebilir. Ancak mutlak bir “iyi” değildir. Her şeyin fazlası gibi, aşırısı da insana zarar verebilir. Bazen görmemek ya da üzerine düşünmemek, insanı koruyan bir mekanizmadır.

Gerçek iyilik hali, her şeyi fark etmek değil, neyi fark etmek istediğini seçebilmekten geçer. Kısacası, bu kavram çağımızın en büyük paradokslarından biri haline geldi. Daha çok görmek ve anlamak bize öğütlenirken, bu sürecin ruhsal yorgunluğu pek konuşulmuyor. İnsanlar farkındalık peşinde koşarken, neyi gördüklerinden çok, bu görmenin ağırlığıyla nasıl başa çıkacaklarını bilmiyorlar.

Şeyma Nur Menekşe
Şeyma Nur Menekşe
Şeyma Menekşe, lisans ve tezli yüksek lisans eğitimini psikolojik danışmanlık ve rehberlik alanında tamamlamış bir uzmandır. Bireylerin ruhsal iyi oluşunu desteklemeye yönelik çalışmalarda yer almakta; yazılarında ise psikolojinin insan hayatındaki yerini derinlikli ve anlaşılır bir dille aktarmayı amaçlamaktadır. Yazarlık, onun için yalnızca bilgi aktarmak değil; insan ruhuna temas eden, güncel psikolojik konularla okuru düşündüren ve dönüştüren bir alan açma çabasıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar