Sağlık konularında genellikle “doktor değilim ama” diye başlayan cümlelerle kendimizi sınırlarken, psikoloji alanında herkes “biraz terapist” rolüne kolayca bürünebiliyor. Üç video, beş terim, birkaç test derken kendimizi anlamış sanıyoruz. Bilgiye erişimin sınırsız olduğu bir çağdayız. Fakat psikoloji söz konusu olduğunda bilgiye erişmek, onu anlamak ve içselleştirmekten çok daha farklıdır. Psikolojik konulardaki bilgi bolluğu, uzmanlığın değerini gölgeleyerek bireylerde sahte bir yetkinlik duygusu yarattı. Kolaylıkla tükettiğimiz psikolojik bilginin derinliği, modern çağın hızına sığamayacak kadar karmaşıktır.
Psikolojik tanılar, klinik değerlendirme, gözlem ve ölçme süreçleri sonunda konulur. Tanısal bilgilerin uluorta paylaşılması, hem profesyonel etikle hem de insan onuruna saygı ilkesiyle çelişir. Bu eğilim, psikolojinin kavramsal derinliğini zedelemekte ve gerçek psikolojik rahatsızlıkların toplum nezdinde sıradanlaşmasına neden olmaktadır.
Sosyal mecralarda tanı kriterlerinin yaygın şekilde tartışıldığı görülmektedir. “Bu davranış narsistçe”, “şu kişi borderline” gibi söylemler, DSM-5 tanı kriterlerinin karmaşıklığıyla kıyaslandığında bilimsel temelden oldukça uzak genellemelerdir. Bu durum psikolojik rahatsızlıkları, bir kimlik unsuru haline dönüştürüyor. Öz farkındalık giderek öz teşhis (self-diagnosis) furyasına dönüşüyor.
Araştırmalar, öz-teşhis davranışının özellikle genç yetişkinlerde son yıllarda ciddi şekilde arttığını göstermektedir. Kendi kendine teşhis koymak çok kolaydır fakat bunun yıkıcı ve uzun vadeli etkileri olabilir. İstemeden kendinizi semptomlara sahip olmaya zorlayabilirsiniz. Nihayetinde sıkıntıyı veya diğer semptomları artıran düşünce, duygu veya davranışlarda bir değişikliği tetikleyerek konulan öz teşhis, kendi kendini gerçekleştiren kehanete (self fulfilling) dönüşebilir. Self diagnosis, self fulfilling’e dönüşerek bireyler, kendi tanılarını, algılarını ve davranışlarını şekillendirir.
Sosyal medya, mücadeleler, geçici sıkıntı hali ile hastalık arasındaki çizgiyi bulanıklaştırdı. Örneğin, araştırmalardaki bazı kullanıcılar öz teşhisin zihinsel sağlıkları üzerindeki zararlı etkisini otomatik sabotaj olarak nitelendirdi. Birkaç kullanıcı ise kendi kendine tanı aldıktan sonra, artan sıkıntıya veya diğer semptomlara giden yolun çok hızlı bir şekilde gerçekleşebileceğini öne sürdü. Birisi “tavşan deliği” olarak tanımlanan bu yola başladıktan sonra geri dönmenin neredeyse imkansız olduğunu belirtti.
Zihinsel sağlığımızı anlamak için kullandığımız dil, oldukça önemlidir. Deneyimlerimizi tanımlama şeklimiz gerçekliğimizi şekillendirir. Sosyal mecralarda kabul görmek için oluşturulan kimlikler, öz teşhisin ilgi toplamasına yol açar. Böylece psikoloji rehberlik yerine bir gösteri aracına dönüşür ve insanlar içerik malzemesi hâline gelir.
Toplumsal Etkiler
1. Mahremiyet Algısının Zedelenmesi
Psikoterapi seanslarının veya tanısal bilgilerin açık şekilde paylaşılması, bireylerde “hiçbir şey gizli kalmıyor” duygusunu pekiştirir. Bu durum mahremiyet sınırlarının bulanıklaşmasına yol açar.
İnsanlar, iç dünyalarını paylaşmaktan çekinmeye, duygularını bastırmaya başlar. Toplumda duygusal kapalılık ve güvensizlik kültürü oluşur.
2. Psikolojik Yardım Arama Davranışında Azalma
Bir danışan, seansının ya da tanısının paylaşılabileceği endişesini taşıyorsa terapiye gitmekten kaçınabilir. Nitekim araştırmalar, gizlilik kaygısının yardım arama davranışını etkileyen faktörlerden biri olduğunu göstermektedir. Son yıllarda yapılan analizlerde sağlık ve sosyal bakım profesyonellerinin yaklaşık %41-59’u gizlilik eksikliği korkusuyla psikolojik destek aramaktan çekindiği belirtilmiş. Bu durum özellikle travma, cinsel yönelim, yeme bozuklukları ve aile içi şiddet gibi hassas alanlarda daha belirgindir.
3. Damgalama (Stigmatizasyon)
Psikolojik kavramlar, insanlar arası ilişkileri açıklamak için birer araçken, biz onları etiketlere dönüştürdük. Artık biz fazla düşündüğümüzde anksiyeteyiz, duygusal olduğumuzda ise borderline oluyoruz. Hatta çoğu zaman birkaç kelime araştırıp sonra da “evet, bu kesin bende var” diyoruz. Bu durum, bireylerin birbirini psikiyatrik tanılarla yargılamasına yol açıyor.
Psikolojik sorunlar, etiketleme ve yargılama ile karşılandığında, kusur gibi görülmeye başlanıyor. Toplum, farkındalık yerine yargılama kültürüne yöneliyor.
4. Psikolojinin Popülerleşmesi
Son yıllarda astrolojinin psikolojiyle benzer gösterilen yönleri, alanın bilimsel derinliğini önemli ölçüde zayıflatmıştır. Burç temelli kişilik genellemeleri karmaşık psikolojik süreçlerle yan yana sunulduğunda, psikolojinin kanıta dayalı yapısını gölgelemektedir. Bu durum, psikolojinin popüler kültür içinde “magazinleşmesine” neden olmaktadır.
Psikoloji ile astroloji arasındaki yapay benzerlik, hem bilimsel yöntemin önemini bulanıklaştırmakta hem de toplumda psikolojinin güvenilirliğine yönelik aşınma yaratmaktadır.
5. Güvensizlik Ve Nesneleşme
Psikoterapi seanslarının sosyal medyada içerik hâline getirilmesi, danışanı gözlemlenen bir nesneye dönüştürür. İzleyicide merak duygusu artarken empati azalır. Terapinin insancıl ve koruyucu yapısı bozulur. Bu durum uzun vadede ruh sağlığı hizmetlerine olan güveni azaltarak toplumsal ruh sağlığı altyapısını zayıflatır.
Gerçek Farkındalığa Doğru
Psikolojiye dair içeriklerin etik biçimde üretilmesi, alan uzmanlarının dijital platformlarda daha görünür olması ve eleştirel düşünmenin desteklenmesi bugün her zamankinden önemlidir.
Bunun için:
• Bilimsel bilgiyi halka aktaran içeriklerde kaynak ve bağlam zorunlu hale gelmeli.
• Sosyal medya algoritmalarının yüzeysel içeriği öne çıkaran yapısına karşı psiko-eğitimsel içerikler güçlendirilmeli.
• “Kendini tanı” çağrısı, “kendini etiketle”ye dönüşmeden önce, eğitim ve farkındalık çalışmaları artırılmalı.
• Terimler yalnızca tanı kategorileri değil, bir süreç, deneyim yelpazesi olarak anlatılmalıdır.
Sonuç
Etik bir duruş, bilginin sınırını değil, saygının sınırını korumayı gerektirir. İnsanlar artık duygularını, travmalarını, ilişkilerini rahatlıkla konuşabiliyor. Psikolojik kavramların popülerleşmesi görünürlük sağladı. Evet bu görünürlük çok güzel ancak yüzeysel bilgi ile derin anlam, yanıltıcı bir aydınlanmaya yol açtı.
Freud’un yıllar süren gözlemlerine sığan bir kavram, birkaç saniyelik bir videoya; Jung’un gölge arketipi, bir slogan cümlesine dönüştü.
Birini anlamak, onu etiketlemekle olmaz. “Bir şeyi anlamak yola dönüşün köprüsü ve olanağıdır, bir şeyi açıklamaksa zorbalık hatta bazen cinayettir.” demiş Jung. (Jung, 2015, s. 99)
Açıklamalarla dolu kavramlarımızı, etiketlerimizi bırakalım. Önce insanlarla kurduğumuz bağları güçlendirmeliyiz. Gerçek anlamda empati kurmalıyız. Arada gerçek bir bağ varsa içgüdüsel olarak doğru yola yöneliriz.
Psikolojik bilgiyi tıpkı bir ilaç gibi düşünelim. Ancak doğru dozda, doğru zamanda şifa verir. Aksi halde iyi niyetle başlayan bir farkındalık arayışı, büyük hasarlar verebilir. Bilgi çağında belki de en büyük bilgelik, her şeyi bilmeye çalışmamaktır. Bilmediğimizi kabul edebilmektir. Çünkü bazen en doğru cevap, gerçekten de sadece “bilmiyorum” diyebilmektir.
Kaynakça
Underhill, R., & Foulkes, L. (2024). Self-diagnosis of mental disorders: A qualitative study of attitudes on Reddit. Qualitative Health Research.
Higson-Sweeney, N., Medisauskaite, A., & Maier, C. B. (2025). Perceived need and help-seeking for psychosocial support among health and social care professionals: A systematic review and meta-analysis. BMC Health Services Research, 25, Article 13214.


